Günümüz Türkiye’sinde yaşam mücadelesi vermek elbette çok zor. Çünkü her şeyin başında ekonomik darbe var. Hayat şartları çok zor olduğu için toplumda da maalesef tahammül kültürü denen bir şey kalmadı.
Sokakta, çarşıda, pazarda, trafikte, yolda, izde her nerede olursak olalım, insanların anormal hareketleri hayli dikkat çekiyor. Deliren mi ararsınız? Cinnet getiren mi ararsınız? Magandasından tutun, soytarısından çıkın. Her an her türden insan karşınıza çıkabilir.
İşte bu yüzden kişiselleşiyor ve yalnızlaşıyoruz. Zira güven duygusunun tükendiği noktada insanların kendi başına kalmaları da kaçınılmaz oluyor. Tahammülün bir de ortadan kalktığı o kadar çok olaya tanık oluyoruz ki, tecavüz, taciz ve şiddet olayları gibi durumlarda bu seviye tabi ki aranmaz.
Bunların dışında normal hayatımızda peki hoşgörü, karşılıklı anlayış, ortak akıl ile hareket edebilme yetilerimizi ne oluyor da bir anda kaybedebiliyoruz? Sosyal ahlak, toplum bilinci gibi alanlarda neden yetersiz kalıyoruz ki? Bilimsel çalışmalara baktığımızda bilimin bile baş edemediği bir sorun var önümüzde. İşte o da ‘tahammül kültürü’ dediğimiz etken.
Sabır ya sabır konusunda nasılız? Manzara pek iç açıcı değil bilesiniz. Trafikte uçacağız, terör estireceğiz değil mi? İki dakika geç gitsek canımız mı çıkıyor sanki? Her yerde en önde olacağız. İki adım asla geride olmayacağız. Durursak sabrımız tükeniyor değil mi?
Hep kazanan taraf olacağız. Ama zorbalıkla, ama şiddetle, ama illegal yollarla hep kazanan olacağız anlayışı da çok yaygın ülkemizde. İşte bu anlayış ne tahammül ne de sabır kurallarını devreye sokmuyor. Egosu tavan yapan bir toplumda ben yine de ya sabır diyerek istemeyerek de olsa bazı şeylere tahammül göstermeye gayret edeceğim.
Çünkü sıfırda kalmak istemiyorum…