İnsan dünyaya geldikten kısa bir süre sonra yürümeyi öğrenir ve geri kalan zamanın ise Duracağı Yeri öğrenme süreci olduğunu bilmelidir. Nerede durduğunu bilen, nereye baktığını da bilir. Öylece geçip gitmez bu dünyadan, kendini biraz inceltir. Yürürken tüm manzaralar belki muhteşem ve hayal ötesidir ama, durup da bir düşününce, görüntü netleşir.. Çünkü o zaman hayal değil, Akıl devrededir..
Bu dünyada Yürümenin Edebiyatı çok yapılmıştır. Her insan yürümek ve daha ileri gitmek istemesine ister ama, İnsanın duracağı yeri bilmesi de önemlidir ve bunu akıl belirler. Aslında bir insanın ‘Duracağı yeri bilmesi’ yürüyeceği yeri bilmesinden çok daha zor ve önemlidir...
Bir İnsan için Durmak bir bakıma düzeni kırmaktır. Her şeyin, herkesin çekip gittiği veya dönüp dolaştığı bir düzlemde bir insanın Durması, ciddi bir isyandır. Sarsıcıdır. Toplum ve İnsanlık adına ‘Bir ihtimal daha vardırın’ ilanıdır...
Durmak doğrudur, durgundur, durudur ve diridir. Ancak o duruşlarda da yalnızca aklını çalıştıranlar ve gönlünü yıkayıp arıtanlar gerçeği görebilir ve doğruya erişebilir. Buna başka bir pencereden bakan gönüller sultanı Mevlana’nın söylediği bir söz şöyledir ;
‘’Gönlünü yıkayıp arıtmamışsan, ha bire abdest alıp durmaktan hayır bekleme..’’
Bugün memlekette Din ve özellikle de Siyasette 'Durmak yok, yola devam' diyerek yürünebilecek her yolda hızla ve hırsla koşanlar, kim bilir hangi kirli çıkarlar için birbirinin ayaklarına
çelme takanlar ve ‘Üç Maymunu Oynayarak’ pişkinlikle servetine servet katanlar var.. Hak, Hukuk, Adalet ve Liyakat kimin umurunda ? Ne yazık ki, ‘Bal tutan parmağını yalar…!'
Zihniyeti hâkim oluyor ve Memlekete de yazık oluyor...!