Maviş gözlü yeğenim Işılay’ı verdik gitti.
Dünürler İstanbul’dan.
Düğünümüzü yaptık nihayet.
Işılay ile Burak damadımız hayırlı bir yola çıktılar bundan sonra.
Allah mesut bahtiyar etsin. Mutlulukları daim olsun.
Ertesi gün pazar. Rahatız, her şey oldubitti boştayız. Gelin memleketi gezdirelim size dedik.
Her ne kadar Büyükşehir olsa da adımız, Ordu’da nereye gidersin, nereleri gösterirsin.
Bindik arabaya, teker döndü durdu.
İlk durak Boztepe. Teleferik muhteşem.
“İyi güzel ama tepe biraz işgal edilmiş” dediler, sesimi çıkarmadım.
İndik aşağıya sahili gösterelim dedim, temiz hava, deniz havasını çek içine çekebildiğin kadar.
“Sahilde çok katlı binalar olmasaydı, şehir hava alsaydı keşke” dediler.
Siz durun daha. Rüsümat’ın önünden geçerken ne deseler beğenirsiniz.
“İyi olmuş, güzel olmuş ama denizi kapatmışsınız. Keşke bunu denizin içine yapsaydınız. Daha doğal olurdu.” (vallaha bu konuda çok haklılar.)
Akyazı sahiline bayıldılar.
Cennette yaşıyormuşuz öyle dediler.
Şehrimiz çok güzelmiş.
Doğası,
Denizi,
Yeşili,
Sessiz, sakinliği…
Oysa bilmiyor memleketin saldım çayıra, Mevla kayıra durumlarını.
Kıymetini bilmemiz gerekiyormuş.
Soya’ya doğru yol alırken, dünür hayretler içerisinde şaşkın çığlık attı.
“Bu ne?”
Ula gardaşım ne oldu? Bir hata mı yaptık diye yüzüne bakarken durumu anladım.
Meğer yeni Orduspor stadını söylüyormuş.
“Güzelim mahallenin ortasında denizin önündeki bu bariyer neden var?”
Ne diyeyim?
Aslında söylenecek çok şey var ama dünüre değil, bu şehri bu hale getirenlere.
Ne dolaşacağız yahu? “Eve gidelim bir çay demleyelim” dedim. “Balkonda oturup muhabbet edelim.”
En azından daha az sinirlerimiz bozulur diye düşündüm.
Artık dünürüz. Ne lüzum var kötü olmaya. Çocuklarımız var arada.
Şehirde proje diye yutturulan birçok şey canımızı sıkıyor diye, birbirimizi kırmanın bir anlamı yok.
Düzelir inşallah.
Allah başka dert vermesin.
Hadi dünür, eller havaya. Hoppppaaaaaaaa…
“Erik dalı gevrektir
Erik dalı gevrektir
Amanın basmaya gelmez
Haydi basmaya gelmez..”