Bizde egemen olan kimi siyasal anlayışlar “Din eksenli bir toplum yaşamını'' hedefleyen, ekonomiyi de “Borç ekonomisi” ile vatandaşın sırtına yükleyen, fakirleştirilen halk kesimlerini de “Sadaka ekonomisi” ile kendine bağımlı kılan bir uygulama olabilir..
Osmanlılık ve Hilafet özlemi de, Osmanlı’yı anlamayan, onu “kılıç kalkan başarısı” sanan, kendi içine kapalı bir kibirle dünyaya bakmayı “güçlü irade” belleyen bir yanılgıdan ibarettir. Tersine, Osmanlı kılıç zoruyla da olsa gittiği bütün ülkeleri kendi yaşamları içinde tutmuş, onlardan aldığı her şeyi kendi kültürüne katarak zenginleşmiştir..
Osmanlı, dogmalardan uzak kaldığı sürece başarılı olmuş, kültürünü genişletmiş, dogmalara teslim olduktan sonra ise gerilemiş ve sonra da çökmüştür. Kibirle baktığı topluluklara yenilmiş, güçlü ordusu gerilemiş, sonuçta, parçalanıp paylaşılmıştır..
İşte tam o sırada, genç bir dâhi, Mustafa Kemal ortaya çıkarak bu enkazdan yeni bir Cumhuriyet kurmuştur. Atatürk, her zaman kazanan “Akıllı cesaretin'' temsilcisidir.
O bizim toplumumuzu Aydınlanma kültürü ile tanıştırmıştır..
“Akılsız cesaret” de vardır. Hem de cüret denecek ölçüde pervasız bir cesaret türüdür bu. Kimi zaman kazanır da... Şaşırtıcı başarılar elde eder. Ama işte, fark oradadır ki, bu başarıların sonu hep kötü biter. “Akılsız cesaret” sahibini kibirle doldurur, gerçeklere karşı körleştirir. Baş döndürür ve sarhoş eder...
Peki ne yapmalıdır? Tarihin doğrularını temsil etmeli, bu doğruları “Akıllı Cesaretle” ve ‘’Ortak Akılla’’ ortaya koymalıdır... Bu kadarı yeter mi ? Elbette ki yetmez.. Halk içinde Hakk’la beraber olunmalı, mutlaka ve mutlaka Hak, Hukuk, Adalet içinde kalınmalıdır.. Unutmayalım ki, “Tarihin doğruları” hep kazanır.. Kim ne derse desin, ayrıştırıcı ve ötekileştirici dil değil, birleştirici Saygı , Sevgi, Barış, Kardeşlik ve Hoşgörü yine kazanacak, umutla beklenen yarınlar bugünden çok daha güzel olacaktır…!