En sevdiğim anlardır o zamanlar.
Akşam çökmüş, hava yeni kararmış, ailece bir masanın etrafına oturmuş doyurmuşuz karnımızı. O akşam doymuşuz çok şükür.
Ardından oturma odasında, koltuğa yayılıp, sanki yaşadığın şehir, tüm Ordu, Boztepe’si, denizi, tüm mahalleleriyle ne varsa her şey seninmiş gibi günün stresinden arınarak çay yudumlamak.
Hele hava soğuksa, dışarıda kıyamet kopuyor, inadına vuruyorsa camlara yağmur,
Ve biz ailemle birlikte, eksiksiz, bir aradaysak, üstümüzü kapatan bir çatı varsa, hele sıcaksa odamız ister istemez ağzından dökülenler,
“Çok şükür bu günümüze…” oluyor.
***
Dizi film izliyoruz TRT’de.
Pür dikkat sahneleri kaçırmadan heyecanla.
Ukalalık hat safhada, kimi zaman eleştirdiğimiz, ben olsam şöyle yapardım dediğimiz sahneler var. Akşam geyiği durumları yani.
Dizi ara veriyor ve reklam giriyor devreye.
Farklı ürünler akıyor ekrandan bir bir.
Rengârenk, albenisi olan, her şey odanın içine doluyor. “Beni alın, tüketin” diye barbar bağırıyor.
O anlarda küçük oğlumdan ilginç bir cümle geliyor ortaya.
- Baba ben başbakan olsam bu reklamların hepsini yasaklarım…
- Neden oğlum?
- Reklamlardaki bu yiyecek ve içecekleri her çocuğun babası alamaz ki. Yazık onlara. Yazık o çocuklara.
Çok fazla konuşamadım. Kim bilir haklıydı belki. Garip bir dünyada, bir o kadar garip zamanlardayız.
Pandemi belasıyla uğraşıyoruz.
Evine ekmek götüremediğini ifade eden esnaf,
Kapatılan işyerleri,
İşsiz kalan binlerce insan,
İş bulmaktan umudunu kesmiş babalar,
Ve insanları tüketime sevk eden reklamlar.
Cebinde parası olmayan bir babayı düşünün. Reklamlarda üzerine tereyağı dökülen nefis bir döneri canı çeken çocuğuna yediremediğinde nasıl bir hale gelir.
Bir düşünsenize, yoksulluk, çaresizlik nasıl bir şeydir…