Çocuktum daha,
Liseye yeni başladığım dönemlerdi henüz.
Kalktık eski bir kamyonun sırtında geldik baba memleketi Ordu’ya
Bir sabah fındık bahçeleri arasından geçip, Selimiye’de camii yanında bir eve yerleştik.
Yeni bir şehirdeydik artık.
Çarşamba pazarına yakındı evimiz.
Hamamın hemen köşesinden döner girerdik pazarın dar kapısından.
Yağmurda, çamurda, karda, kışta, her pazara gittiğimde, ayağımda köyün çamuru ile şehire inmiş, önünde bahçesinde, bostanında ektiği pancar, pezik, maydanoz, yoğurdu, yağı ya da marulu satmaya çalışıp, üç kuruş kazanmaya çalışan yaşlı kadınlara içim acırdı.
Nedendi bu eziyet,
Oysa fındık cennetindeyiz. Bu cehennem neden? Delimiydi bunlar?
Soğuktan donmuş ellerini ovuşturan bir teyze vermişti cevabını
“Andır galsın fındık, evin arkasında ki bahçeyi ekmezsek aç kalırız oğlum…”
“Gülüp eğleniyorum ama eski oynaşım aklımdan çıkmıyor.” Misali millet ne yaparsa yapsın, aklımda sadece fındık vardı her daim.
Herkes fındıkla yatıyor, fındıkla kalkıyordu.
Ki, sonradan farkına vardım. Bu memleketin alın yazısı, kaderiymiş fındık.
Fındık varsa varsın,
Fındık yoksa yok…
Fındık nefes
Fındık ekmek,
Fındık her daim içtiğimiz su imiş aslında
Ve aradan 49 seneden fazla bir zaman geçti
40 senede hiç mi bir şey değişmez bu memlekette.
Alan,
Satan,
Ağlayan,
Gülen,
Konuşan,
Konuşmayan,
Bu işten karlı çıkan, zara eden, üreten,
Ürettiğinin karşılığını göremeyen
Hiç ama hiç değişmedi…
***************************************************
Ve aradan 40 seneden fazla bir zaman geçti.
40 senede hiç mi bir şey değişmedi memlekette.
Çarşamba pazarında oturan kadınlar ektiklerini biçmiş satıyorlar.
Eski oynaş yine gündemde.
Herkes yerini almış durumda.
Sahnedekiler,
Oynayanlar,
Neşe ile el çırpanlar,
Ne oynaşmış be…