HABER ARAMA
HABER ARŞİVİ
Lütfen Bir Tarih Seçiniz
ANKET
Yeni İnternet Sitemizi Beğendiniz mi?
  • Gayet Güzel
  • Kullanışlı
  • Beğenmedim
SON DAKİKA HABERLER
Ordu Havaalanı Transfer Samsun Havaalanı Transfer Ogezi Transfer Samsun Havalimanı Transfer

Ersin ERDOĞAN

Ersin ERDOĞAN

Dunning-Kruger Sendromu…

21 Mayıs 2020 Perşembe Saat: 10:01

1995 yılında ABD’ nin Pittsburgh şehrinde, McArthur Wheeler adıyla bilinen 44 yaşında bir adam, banka soymaya karar verir. Limon suyunun kendine özgü bir kimyasal özelliği olduğu hakkında çok şey bildiğini düşündüğünden, bankayı soyma planını uygulamadan önce yüzüne limon suyu sürmeye karar verir.

Şöyle düşünür: Limon suyu ile bir yüzeye yazılan yazılar bir ısı kaynağına yakın tutulduğunda görünür hale geldiğine ve harfleri görünmez yazmak için limon suyu kullanıldığına göre, aynı şey insan yüzünde de işe yarayacaktır! Yüzünün her tarafına limon suyu sürerek, bankadaki güvenlik kameraları için görünmez olacaktır. Bu konuda kendinden oldukça da emindir.

Polaroid fotoğraf makinesi ile bir selfie (öz çekim) çekerek “hile” sini kontrol bile eder. Filmin kusurlu olduğundan ya da kamera düzgün çalışmadığından mı nedir, makineden yüzünün görünmediği boş bir fotoğraf çıkar. Bu görüntüyle hilesinin çalışacağından kesinlikle emin olur. Öyle olmasa, yüzüne limon suyu sürerek bir bankayı soymaya cesaret edemezdi elbette.

McArthur aynı gün içinde Pittsburgh'da iki bankayı soyar. Soygundan sonra, polis kamera kayıtlarına el koyar ve TV haberlerinde bu görüntüleri yayınlar. Bir muhbir, haber videosundan McArthur'u belirler ve adamın adını polise verir. McArthur hemen tutuklanır. Yüzünün güvenlik kameraları tarafından kayıt edilemeyeceğinden emin bir halde polise sürekli itiraz eder. Ama, onu asıl başarısızlığa uğratanın cehaleti ve aptallığı olduğunu bir türlü kabul etmez.

Cornell Üniversitesi'nin iki psikoloğu Justin Kruger ve David Dunning, McArthur'un bu hikâyesini öğrenince konuyu derinlemesine çalışmaya karar verirler. McArthur'u güvenlik kameralarını yüzünde limon suyu ile yanıltabileceğine inandıracak “mutlak güveni” araştırmakla ilgilenirler. Çalışma sonucunda adlarıyla anılan “Yetkin (Bilgili ve Becerikli) olmayan bireylerin, bir işi yaparken, o iş ile ilgili bilgi ve becerilerini abartma olasılıkları daha yüksektir” şeklinde bir sendrom tanımlarlar.[[1]]

Dunning-Kruger sendromu ile tanımlanan “Algılamada Yanlılık” eğilimidir. İki bilim insanı "Yanlış sonuçlara veya talihsiz seçimlere varanlar, sonuçların yanlışlığını veya seçimlerinin talihsizliğini anlayabilecek yetkinlikte olmayabilirler." görüşünü savunurlar. Yani insanların, yetersiz oldukları konularda yetersizliklerini fark edemeyecekleri gibi, sanki konuyla ilgili her şeyi biliyormuşçasına aşırı özgüven kazandıklarını ortaya koyarlar. 1999 yılında ortaya atılan görüş, 2000 yılında Justin Kruger ve David Dunning'e psikoloji dalında “Ig Nobel Ödülü” kazandırmıştır. [[2]]

Ig Nobel Ödülü: 1991 yılından beri her yıl verilen bir hiciv ödülüdür. Amacı: "İnsanları önce güldüren sonra düşündüren başarıları onurlandırmak" olarak açıklanmıştır. Bilimsel mizah dergisi “AIR” tarafından düzenlenen Ig Nobel Ödülleri, Harvard Üniversitesi, Sanders Tiyatrosu'nda düzenlenen bir törenle sunulur ve bunu MTE’ de kazananların halka açık konferansları takip eder. [[3]]

Dunning ve Kruger’e göre, önyargı; düşük yetenekli kişilerde içsel bir yanılsama(algı ya da duyu yanılması), yüksek yetenekli kişilerde ise dışsal bir yanlış algıdan kaynaklanmaktadır. Yani, yetersiz beceri sahiplerinin “yanlış hesapları” benlik hakkındaki bir hatadan kaynaklanırken, yüksek yetkinlik sahiplerinin “yanlış hesapları” başkaları tarafından yapılan bir hatadan kaynaklanmaktadır. Bu sendroma sahip olan kişiler, yetkin olmadıkları alanlarda yetkin ve uzmanmış gibi davranırken böyle davrandıklarının farkında değillerdir.

Bilgi ve uzmanlıklarında önemli ve ölçülebilir yetersizlikleri olanlar, bu yetersizliklerin farkında olmayarak hatalar yapmalarına rağmen, başarısız sonuçla karşılaştıklarında bile gayet yetkin performans göstermiş olduklarını düşünmeye devam ederler. Başka bir deyişle; kötü performans gösterenler, performanslarındaki eksiklikleri tanıyacak durumda da değillerdir.

Anlama ve kavramada geri olanlar, yetersizliklerinin de farkında olamadıklarından “beceriksizliklerini bilemezler”. Yani, yetenekleri sınırlı olan insanların yeteneklerini abarttığı bilişsel bir önyargıdır. (Biliş: bilmek, anlamak, algılamak, farkında olmak). Bu, aldatıcı üstünlüğün bilişsel yanlılığıyla ilgilidir ve insanların yetenek eksikliklerini fark edememelerinden kaynaklanır. Metabilişsel farkındalık olmadan, insanlar yeteneklerini veya yetersizliklerini objektif olarak değerlendiremezler. [[4]]

Metabilişsellik, “Üst-biliş” (Meta-cognition) diye de adlandırılan bu kavram; kişinin kendi düşünme süreçlerinin farkında olması ve bu süreçleri kontrol edebilmesidir.  Yani, “Bilme yetisini idrak etmek”, “Düşünmeyi düşünmek”, “Bilmeyi bilmek”, “Farkındalığının farkında olmak" ve diğer üst düzey düşünme becerileridir. Üstbiliş, birçok şekilde olabilir ve öğrenme veya problem çözme için belirli stratejilerin ne zaman ve nasıl kullanılacağı bilgisini içerir. Genellikle üstbilişin iki bileşeni vardır: “Biliş hakkında bilgi” ve “Bilişin düzenlenmesi”. [[5]]  

Bazı insanlar yeteneklerinin gerçekte olduğundan çok daha yüksek olduğu yanılgısına, yanlış değerlendirmesine sahiptirler. Bu “güven yanılsaması” artık “Dunning-Kruger sendromu/etkisi” olarak adlandırılıyor ve öz değerlendirmeyi şişirmek için “bilişsel önyargıyı” anlatıyor. Bazı insanların “göreli popülerliklerini” ve “bilişsel yeteneklerini” değerlendirdiklerinde benzer eğilimlerde olukları bulunmuştur. Beceriksiz insanlar yollarının doğru olduğu konusunda ısrar ederler. Charles Darwin'in 1871 de “The Descent of Man/İnsanın Türeyişi” adlı kitabında yazdığı gibi: “Cehalet, bilgiden daha çok güven kazandırır”. İlginçtir ki; gerçekten akıllı insanlar da yeteneklerini doğru bir şekilde değerlendiremezler. [[6]]

C. Darwin (1809-1882), aynı kitabın giriş bölümünde “şu ya da bu problemi bilimin asla çözemeyeceğini kesinlikle ileri sürenler, çok bilenler değil, az bilenlerdir” diyerek de cehaletin keskin bir savunma anlayışına sahip olduğunu ortaya koyar. [[7]]

İnsan Haklarını ve düşünce özgürlüğünü savunduğu yazıları dolayısıyla 1950 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüş olan ve “Analitik Felsefe” nin 3 kurucusundan biri olan Bertrand Russell (1872-1970), "Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır" tespiti ile yazı konusu bu sendromu bilmeden yıllar öncesinden desteklemiştir. [[8]]

Hemen her gün, her türlü medyada ve çevremizde, belirli bir konu hakkında yeterli bilgi ve becerisi olmadığı halde abartılı bir güvenle konuşanları, tartışanları, yazanları, sürekli birilerini suçlayanları, itiraz edildiğinde ise karşısındakini iftira atmakla, kibirli olmakla, yalancılıkla suçlayarak, hatta daha ileri giderek hakaret ve tehdit gibi araçlarla kriminalize edenleri görüyoruz.

Böyle davranan insanlara kızmak yerine, belki de onların davranışları altında yatan nedenleri anlamak, bulup çıkarmak gerekir. Bu davranışların altında bir takım çıkar hesapları yoksa psikolojik sorunlar olması gerekir. Bu davranışların temelinde sosyal, ekonomik ve/veya politik menfaatlerin olması anlaşılır bir şey ve düzeltilmesi de mümkün değil. Ancak, farkında olmadan veya bilgisizlikten bu şekilde davranılıyorlarsa, o zaman eğitim ve psikiyatrik destekle önemli bir düzelme sağlanabilir.

Ancak, bu sendrom, kişinin yalnız başına aşabileceği bir sorunu değildir. Kişinin kendi kendine psikiyatriste gitmesi ya da destek almak istemesi genelde mümkün değildir. Bu nedenle en yakınındakiler tarafından muhakkak bir sağlık kuruluşuna yönlendirilmelidir. Psikiyatristler tarafından yapılacak olan terapiler ile kişinin kendini fark etmesi ve niteliklerini anlayabilmesinin sağlanması olasıdır.

Şimdi asıl soru şu! Farkında olmadan bu sendromu yaşayan ve tedaviyi reddeden kişiler ile nasıl iletişim kuracağız.

Bu sorunun teknik cevabı ne psikologlar ne de psikiyatristler tarafından henüz verilemedi. Ama araştırınca her yerde karşımıza çıkan ve belki de bu soruya cevap olabilecek, literatüre girmiş ve genel kabul görmüş bir öneri karşımıza çıkıyor. “Tom Sawyer'ın Maceraları”nın yazarı “Mark Twain” olarak bilinen “Samuel Langhorne Clemens (1835–1910)” adlı ünlü edebiyatçı tarafından ortaya konmuş o meşhur öneri şöyle:

Asla bir aptalla tartışmayın, önce sizi kendi seviyesine çeker, sonra da tecrübesiyle yener” [[9]]

Twain haklı; siz siz olun, aman o tiplerden uzak durun!

 

Kaynakça:


Yazı Yorumları ( 0 Adet)

Adınız
E-mail Adresiniz
Güvenlik Kodu Lütfen Resimdeki kodu yazınız
Bu Yazıya Yorum Yapılmamış.
İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz?
 

Ordu Yeni Haber Gazetesi Tavsiye Formu

Bu Yazıyı Arkadaşınıza Önerin
İsminiz :
Email Adresiniz :
Arkadaşınızın İsmi :
Arkadaşınızın E-Mail Adresi :
Varsa Mesajınız
Güvenlik Kodu Lütfen Resimdeki kodu yazınız

Yazarın Diğer Yazıları