Gençliğimiz iki kıtlık arasında geçti.
Biri fakirlik kıtlığı diğeri siyasi kıtlıktı.
Doğa zengindi.
Lakin birileri doymak bilmiyordu.
Yoksul bir çevrede, renkli bir çocuk olmaya özendik hep
Babam hiç oyuncak alamadı bana. Ben hep kendim yaptım tüm oyuncaklarımı.
Büyüdükçe sosyal başkaldırışlarda buldum kendimi
Beni bir halkın içinden alıp bir halkın içine bıraktılar zaman zaman.
Doymak bilmeyen ihtiraslarıyla santim santim bitirdiler gençliklerimizi.
Bizler baldıran otlarıyla tencere kaynatırken onlar doğanın zenginliklerini yiyip serpilip güzelleştiler...
Kıtlıktan çıkmış siyasetçiler, habire yokluğumuzu kemirip fakirliğimizden meze yaptılar içki masalarına.
Kıtlıktı bize tek sunulan.
İki kıtlık arasında bir deli çarktık hepimiz.
büyüdükçe jop yaraları da büyüyordu bizimle. Hangi envai çeşit kavgalarda halaybaşı olduysak o kadar didiklediler mahrem göğüslerimizi.
Cıvıklaşmış politik beyinlerini ne zaman göğsümüze dayamak isteseler o kadar yüreklerimiz tetik tutardı dere boylarında.
Biz iki kıtlık arasının çocuklarıyız.
Fakirliğimiz gönül zenginliğine dönüştü ama siyasi kıtlığımız alabildiğine inatlaşıp kalabalıklaşıyor.
Mavilerimizde iz bırakamadık, yeşillerimiz kuzgun topraklara karıştı.
Dingin ruhlarımız aç bedenimizde öylesine dans ederken, kendimizi saltanatın kumdan kalelerine hapsettik.
Bir kıtlık yetmedi. Bir daha. Bir daha.
Ürettikçe bizler sadece kıtlık tükettik. sizler o obur midelerinizle bizi yönetmenin keyfini yaşadınız yıllarca.
Bırakın dostları , ahbapları, bizi bize düşman ettiniz kıt zekalarınızla..
Şimdi mutlumusunuz, Savrulan hayatların tozu dumanı içinde kendinizi görebiliyor musunuz.
Ya da söyle soralım son olarak.
Utanıyor musunuz?..