Ve ben yükseldim...
Ben hep en çok sonbaharı sevdim. renklerin, tatların ve kokuların, tıpkı solmadan önce en güzel halini alan çiçekler gibi dorukta olduğu sonbaharı.
40-50'li yaşların sonu gibidir sonbahar. Çılgın olmaya çılgındır hala, ama daha dingin, daha içbükeydir… Kesinlikle tutkuludur ama farfaracı değildir, için için yanan bir köz gibidir.
Kahkahalarla gülmenin değil içtenlikle gülümsemenin, bir bakış atmanın değil, uzun uzun seyretmenin, çekip almanın değil, usuldan sokulmanın, yavaşça alıp götürmenin, tüketir bitirircesine bir solukta sevişmenin değil, keşfetmenin, kelebeklerin değil, nereye gitmek istediğini bilen kuşların, altüst olmanın, deliye dönmenin değil, içine sindirmenin, olduğundan daha fazla görünmeye çalışmanın değil, eksiklerinle barışmanın mevsimidir.
Asildir; insanla açıkça cenk etmez ilkbahar gibi, usulca kanına girer, nazikçe teslim alır.
Talepkardır; üstsüz denize girmeyi cüretkarlıktan saymaz yaz gibi, ruhunu görmek ister çırılçıplak.
Üstüne düşmez ama şefkatlidir; kış gibi itip kakmaz, acıtmaz canını, seni kendi deviniminle başbaşa bırakır.
Kendini bırakmaktır sonbahar, yaşamın içinden geçip, seni de yağmurlarla yıkaması için kapılarını pencerelerini hatta damını açık bırakmaktır. Aldığın nefesi bir kutsama gibi içine çekmek ve verirken bir dua gibi sevecenlikle salıvermektir. Ellerinin hala süren esmerliğine şaşkınlıkla bakmak ve sonra zaman içerisinde yine beyaza dönmelerini severek izlemektir. Vücudunun bir bölümünü sonbahara ada deseler ben herhalde ellerimi adardım… Çünkü sonbahar dokunmaktır... Yalnız ellerinle değil, zihninle de dokunmaktır.
Zihin açıklığı zamanıdır sonbahar. Vizyon zamanıdır. Ruhunun kanatlandığı zamandır.
Kabuklarını inceltip, yaşamla bütünleşmek, kendini sevmek, sarmak, öğrendiklerinle yeniden yola vurmak zamanıdır.