Sanırım son yıllarda ilk kez bu kadar cıvıl cıvıl, bu kadar ışıl ışıl rengarenk görmeye tanık oldum Ordu sahilini dün gece. Kendimi Yoroz’dan, Kurul’dan ve Boztepe’den Ordu sahiline bakar gibi hissettim. Gördüğüm manzara karşısında heyecanım da hat safhaya ulaştı.
Ordu Gazeteciler Cemiyetinin, Hilton Hotel’de verdiği iftar yemeğine katılmak için yola çıkmıştık. Sahil kesimi karınca gibi insan kaynıyordu. Sofra bezleri açılmış, çorbalar salatalar hazırlanmış, bir yanda mangallar, bir yanda püfür püfür esen semaverler ruhumda o kadar güzel armoniler çağrışırdı ki anlatamam.
Durugöl’den Teleferik tesislerine kadar olan kıyı kesiminde ki insan manzaraları tüm Türkiye’ye örnek ve parmak ısırttıracak cinstendi. Yemek dönüşü kendimi saldım sahile. Onlarca insanla kaynaşma ve konuşma fırsatı yakaladım. Hepsi çok nezih ve güzide insanlardı. Deniz, ay ve yıldızlarda harikaydı o akşam. Çocukları görmeliydiniz. Kediler, köpekler, martılarda bu tabloyu süsleyince muazzam bir manzaranın tadına varmakta kaçınılmaz olmuştu benim için.
Yan yana kuyruk gibi açılan iftar sofralarında tuzu olmayana tuz, şekeri olmayana şeker, çayı olmayana da semaverler yetişiyordu hemen. İşte etle tırnak bu olsa gerek değil mi? Yan yana birbirini tanımayan iki ayrı aile, bir Allah’ın selamı ile birbirleriyle tuz, şeker, çay alışverişinde hemencecik bulunabiliyorlar. İşte Türk Milleti. İşte Ordu halkı.
Birbirimize dokunabiliyoruz, birbirimizi anlayabiliyoruz, aynı havayı soluyup, aynı hisleri taşıyabiliyoruz. Yani biz isteyince biz olabiliyoruz. Peki nedir bu başımızı örümcek ağı gibi saranların, elimizi kolumuzu pamuk ipliği gibi dokuyanların, can diye gözüküp de sırtımızdan can düşmanlığı yapan insanların bu bitmez, tükenmez ‘BEN’lik egoist düşünceleri ve hırsları nedir Allah aşkına.
Göz önünde ki vitrinde hep ben olmak ne diye? Asıl olan Allah makamında ki vitrinde sen sen olabiliyormusun? Bunu düşünmek makbul olan değilmidir? Yediği ekmeğe, oturduğu çanağa, cami duvarına işeyenlere, yönetenlere, yönetici namzetlerine, mesleği üzerinden her gün kendi kendine küfür ettirenlere ve kendini dev aynasında görenlere soruyorum şimdi…
Siz, ne zaman dünyevi vitrinin değişken palyaçoları olmaktan kurtulacaksınız? Kurtuluş yolu ve adresi uhrevi mekanda apaçık belli ve aleni iken, ne zaman bu ‘BEN’lik illetinden kurtulmayı düşünüyorsunuz. Benim gibi bir ayağı çukurda olunca mı yoksa? Hesabınız bu ise tutmaz, şimdiden söyleyeyim.
Rabbim cümlemizi makamında ki vitrinine layık gördüğü kullardan eylesin…