18 Kasım 2024 Pazartesi Saat: 09:17
Gönülden talep ettiğiniz bir mevzuyu alelâde her insanla konuşmayın. Hatta mümkünse hiç kimseyle konuşmayın. İstişare etmek hoştur ama ehli ile.
İnsanların dili tatlı, yüzü gülerdir lâkin kalbe inince kimin kime düşmanlık ettiğini bilmek çok zordur.
Dost görünümlülerin içsel sorunları ile işleriniz tıkanır, anlamazsınız. Nazar tesir eder. Vakti zamanında gönlü güzellerden biri "en iyisi her şeyi sır etmek, kime kimden ne geleceği belli olmaz" buyurmuştu.
Bugün can bildiğiniz yarın canınızı yakar, hiç sevmediğiniz insan dosta dönüşür. Allah için sevmek zordur, Allah için seveni bulmak ise daha zor.
“Kapıyı bile çalmak beklentidir. Çalma kapıyı ki açan olmazsa üzülmeyesin.
Kendin aç kapını sesi duyan kalkıp gelirse mutlu olursun."
Ne kadar doğru. Biz bir şey beklememenin o müthiş hafifliğini yaşayamıyoruz çünkü hayal kırıklıklarının verdiği o kesif hüznü yaşamakla meşgulüz her an.
“Dünya bensiz de dünyaydı darılmadım"
Öyle işte biz biraz fazla kaptırıyoruz kendimizi. Oysaki dün doğduk yarın öleceğiz.
Biraz sakin olmalı ve sakin ölmeliyiz belki de.
Nefsinin kalbinde nasıl yaralar açtığını, içinde nasıl huzursuzluk bıraktığını, hayatında birçok engeller ortaya çıkardığını, seni yıprattığını, İslam’dan uzaklaştırdığını gör ve kendini, nefsini muhasebeye çek.
Şu anda olduğun durum ile aslında olmak istediğin durum arasında bir karşılaştırma yap. Kendine bir liste çıkarıp artık yapmak istemediklerini ve yapmak istediklerini listele.
Kendine bir aylık takvim hazırlayıp, her güne nefisle ilgili ayet yazıp, her gün okuyarak, nefsini öldürdüğün günleri işaretle ve kendini analiz et.
İnsanın kendini bilmesi, görmesi, tanıması en büyük adımdır. Sorunun farkına var ve bu büyük adımı at!
“Nefsini arındır.” (Müddesir Suresi; 4. Ayet Meali)
Almanya’da doğup orada okuyup, cami çevresinde büyüyüp doktora yapan bir delikanlımıza, “Türklerin Avrupa’da cami açma işine giriş tarihleri, kimlerin başlattığı, kültür seviyelerinin ne olduğuyla” ilgili doktora konusu verilir.
Bir konferanstan sonra o şehirde üniversitede okuyan ve okutan elli civarında vatandaşlarımızla sohbet ederken o doktora sahibi genç “Ben, hep ilk Avrupa’ya gelenler en az bir yabancı dil bilselerdi ve üniversite mezunu olsalardı derdim ama şimdi vazgeçtim. Eğer bizim gibi olsalardı hiçbir şey yapamazlardı” dedi ve bazı örnekler verdi.
Kur’an-ı Kerimin 114 suresinden 44 nün nazil olduğu yıllarda bu 44 sure ile eğitilen Müslümanlar, baskıların artmasıyla Habeşistan’a hicret ederler.
Mekke devleti, iki elçi göndererek Habeşistan’dan sığınma isteyenlerin Mekke’ye geri döndürülmesini ister.
Habeş kralına, “Bunlar sizin dininize de inanmazlar. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak kabul etmezler. Senin yanına geldiklerinde sana secde etmezler” diyerek doldururlar.
Kral, sığınmacıların huzuruna gelmelerini emreder.
Hz. Ali’nin kardeşi Ca’fer’in başkanlığın da kralın huzuruna başları dik olarak girerler. Tam karşısında dururlar.
Kral- Niçin eğilerek selâmlamadınız?
Ca’fer- Yeni dinde Allah’tan başkasına eğilmemeyi öğrendik.
Kral- Siz Hıristiyan mısınız?
Ca’fer- Hayır
Kral- Yahudi misiniz?
Ca’fer- Hayır
Kral- Dininiz nedir?
Ca’fer- İslam
Kral- O nedir?
Ca’fer- Allah’tan başkasına kulluk yapmamak ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamaktır.
Kral- Peki İsa hakkında ne diyorsunuz? dediğinde, Ca’fer Meryem suresinin başından kırkıncı ayete kadar okur.
Kral- “İşte Meryem oğlu İsa bu Kur’an’da tarif edilenden başka bir şey değil” der ve iman eder.
Batılı Hıristiyanlara, Tanrıyı öldürüp kiliseye gömdüğüne inanan, ahlakı etik’leştirmeye, sineğin gülden kaçtığı gibi İslam’dan kaçmaya çalışan sekülerlere biz, “Meryem” süresini okumaya devam edelim.