7 Kasım 2024 Perşembe Saat: 08:57
İsrailoğulları 500 sene firavuna kölelik yaptı. Öyle ki ; kölelik ruhlarına işlemişti. Aralarından, kardeşleri Musa dedi ki; yeter! Bırakın firavuna köleliliği. Sizi özgürleştirmek istiyorum. Kendi ayaklarınızın üstünde durun, Allah' ın nimeti bol, hepimize yeter. Düşün peşime! sizi bu sefil hayattan kurtarayım.
Hz. Musa, inananlarıyla beraber gittikleri yerde bolluğu, bereketi yakaladılar. Refah seviyeleri yükseldi. Fakat, refah seviyeleri yükseldikçe; şımarıklıkları, tatminsizlikleri, doyumsuzlukları da inanılmaz derecede yükseldi. Şükür yok, kanaat yok. Boş bırakılmaya gelmez bir kavim. Musa, kısa bir süreliğine aralarından ayrılınca hemen bir buzağı yapıp, ona tapınmaya başladılar.
Kur' andaki bu kıssa; yani
" kudret helvası ve bıldırcın" refah seviyesi yükselen, bununla birlikte kölelik günlerini unutan şımarık, tatminsiz, doyumsuz bir insan veya toplum karekterini tasvir etmektedir...
Bizim toplumumuz, bu kıssanın neresinde yer alır? Gerçekten bizi de kapsıyor mu? Evet. Bu bir karekterin anlatımıdır. Bir kavme mahsus değil. Başından sonuna sosyoloji yasaları işlemiştir.
Allah' ın " Sizin başınıza gelenler, kendi ellerinizle yaptıklarınızdandır" değişmez yasası her zaman yürürlüktedir.
Dün ekmek bulamayanlar, şimdi arabasına park yeri bulamamaktan yakınıyorlar...dün devlet okulunda okuyanlar, bugün çocuklarını kolejlerde okutmak için yarışırken okul taksitlerinden yakınıyorlar...bu sosyoloji yasaları hiç değişmiyor...
Şunu anladım ki; insanlığın bu gün ki sorunu; fakirin açlığı değil, ilkesiz, ayak takımı vicdandan yoksun, ahlaki değerlerini yitirmiş, zenginlerin doyumsuzluğudur...
"ÇOKLUKLA ÖVÜNME YARIŞI SİZLERİ KABİRLERE VARINCAYA KADAR OYALADI" (TEKASÜR 1,2)
Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz..yemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz doymuyor, midelerimiz doysa bile...oysa; ihtiyaçlarımız sınırlı, ihtiraslarımız ve arzularımız sınırsız. Bir lokma bir hırka demiyorum ama bu israf, bu sefahat ne?
İnsan yaşlandıkça mala mülke, güç kudret sahibi olmaya meylediyor.. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırıyor... Öyle bağlanıyor ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceğini zamanla unutuyor..çıkarıyor. aklından…
Tüketmeye ne çok meraklıyız. Biriktirdiğimiz paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zamanı tüketiyoruz söz tükeniyor…enaniyet biriktirirken, özümüzü, cevherimizi tüketiyoruz…
Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.? Oturduğu bir evi, içini muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız?
Rabb' imizin lutfettiği sayısız nimetlerden; gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar aslında fakiriz hepimiz.
Yeryüzünde varlıkla övünenler...kabir kapısında herkes eşitlenir..varlık adına ne götürüyoruz? Aslında varlık doğru kullanılmadığı zaman burada yük olduğu gibi ahirette de yük.. hesabını vereceğiz.