29 Nisan 2025 Salı Saat: 09:45
Türküler…
Yaşanmışlık kokar buram buram, yaşanmamış ne varsa tüter her hikâyenin üstünden. Aşkın, hasretin, gurbetin uğultusu gibi dolaşır insanın ruhunda. Tatlı bir ninni de olur, destanlaşmış bir kahramanlıkta övgü de. Hem söyleyeni alıp götürür çok uzaklara, hem de dinleyeni. Biraz da Nazım Hikmet’in bahsettiği gibi:
“İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
Kendilerinden umutlu,
Kendilerinden kederli,
Daha uzun ömürlü kendilerinden.
Sevdim insanlardan çok türkülerini.
İnsansız yaşayabildim
Türküsüz hiçbir zaman.”
Kültürel değerlerimizi içinde barındıran bir gelenektir türkü. “Türk” sözcüğüne gelen “i” eki ile “Türki” ( Türk’e ait ) kelimesi oluşmuş ve zaman içerisinde “ türkü” kelimesine dönüşmüştür. Türkülerde, Anadolu insanının inanış ve düşünce tarzının, savaşların, kahramanlıkların, aşkların, ayrılıkların ve özlemlerin izlerine rastlanması, geçmişe kaynaklık ettiğini de kanıtlar niteliktedir. Geçmişteki yaşanmışlıklardan esintiler sunan ve halkın birçok duygusunu nağmelerle anlatan bu şiirler, türkülerle yoğrulur, dilden dile varlığını sürdürür.
İnsan türkülerde kendi kimliğini bulur. İnsan yaşamından bağımsız düşünülemeyen türkülerin bir de efsaneleşmiş kahramanları ve bu kahramanların hikâyeleri vardır. Bunlardan biri de: doğup büyüdüğüm toprakların – Ordu’nun- şahit olduğu bir hikâyedir. “ Ordu’nun Dereleri” türküsünü herkes az çok duymuştur ya da mırıldanmıştır sanırım. Adını türküye veren dereler ve bu derelerin kenarında buluşan âşıklar Hacer ile Mehmet de, efsaneleşmiştir burada.
1930-1940 yılları arasındaki bir aşk hikâyesinin türküsüdür Ordu’nun dereleri. O yıllarda Ordu’da, şimdiki fındık bahçelerinin yerinde, sarı tütünler yetişiyormuş. Keçiköy’de yaşayan, güzelliği dillere destan olmuş, köyün gençlerinin âşık olduğu Hacer adında bir kız varmış. Bir de yakın bir köyden tütün toplamaya gelen, genç kızların kalbini çalacak kadar yakışıklı Mehmet adında sarışın bir delikanlı ( Hacer’in Mehmet’i sarı tütün demetine benzetmesi buradan kaynaklanır) yaşarmış. Çeşme başında, tarlalarda birbiriyle göz göze gelen gençlerin kalbine bir sevda ateşi düşmüş. Gözlerden uzak dere kenarlarında, zerdali ağaçlarının dibinde buluşup, birbirlerine aşklarını anlatır, hasret giderir, akıp giden zamanın esiri olurlarmış. Mehmet’in Hacer’e olan sevdası:
“ Ordu’nun Dereleri
Aksa Yukarı Aksa
Vermem Seni Ellere
Ordu Üstüme Kalksa ( Sürmelim Aman)” ağıtını yaktırmış.
Bu aşk köyün diğer genç kızlarını ve delikanlılarını öyle kıskandırmış ki, Hacer ile Mehmet’i ayırmak için dedikodular çıkarmaya başlamışlar. Bu dedikoduyu çıkaranlardan biri de abisinin sevdasına karşı duran Asiye’ymiş. Hacer’in köyün delikanlıları ile gezdiği dedikodusu, kulaktan kulağa yayılmış ve zamanla öyle kötü bir hâl almış ki, Hacer Mehmet’e derdini şu dörtlükle anlatmaya çalışmış:
“Oy Mehmedim Mehmedim
Sarı Tütün Demedim ( Zamanla “Sana Küstüm Demedim” olarak değişir )
Beni Sana Geçmişler
Vallahi Ben Demedim ( Sürmelim Aman )”
Mehmet dayanamayıp köyünü, hasta annesini, Hacer’i terk etmiş. Bu ayrılığın üzerine Mehmet’in annesi daha da ağırlaşmış hasta yatağında. Yüreği yanık Hacer de, dere kenarlarında ağıtlar yakmaya başlamış. Hacer’in bu içler acısı haline dayanamayan köylüler, Mehmet’e haber etmişler ama ne çare! Ne Hacer’in dertli ağıtları ne de günden güne eriyen kızın haline dayanamayan köylülerin uğraşmaları fayda etmiş. Hacer derdini, kederini türküsüne vermiş vermesine ama gidememiş Mehmet’in yanına. Mehmet de gittiği gurbetten bir daha dönmemiş, ne köyüne ne de sevdasına…
Ordu’nun derelerinin şahit olduğu bu sevda, işte böyle bitmiş!
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun da dediği gibi: “ Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni
Ben türkülerden aldım haberi”.