9 Mayıs 2024 Perşembe Saat: 09:29
Hayatımızın her anında olduğu gibi derin bir ahlaki çürüme yaşadığımız bugünkü toplumsal ve siyasal şartlarda yapıp ettiklerimizin test edileceği tek merci vicdanlarımızdır.
Bütün siyasal ve ideolojik yönlendirmelere rağmen, eğer gözümüzün önünde olup bitenlerin vicdanlarımızda muhasebesini yapamazsak kendi içimizde bir gönül rahatlığı sağlayamayacağımız gibi, toplumda da bir barış iklimini oluşturmamız ne yazık ki mümkün olmayacaktır.
İslami kaynaklarda Vabisa adlı sahabe ile Hz. Peygamber arasında geçen şöyle bir diyalog anlatılır. Vasiba: “Peygamberin yanına yaklaşıp önünde oturdum. Bana “Senin niçin geldiğini ben mi söyleyeyim; yoksa sen mi soracaksın?”deyince, "Siz söyleyin.” dedim. “Sen iyilik ve kötülük hakkında soru sormak için geldin.” buyurdu. “Evet!..” dedim. Bunun üzerine üç parmağını göğsüme dokundurarak “Ey Vabisa! Kalbine danış, nefsine danış, iyilik gönlünü huzura kavuşturan ve içine sinen şeydir; kötülük ise sana fetva verseler bile, gönlünü (kalbini, vicdnını) huzursuz eden ve içinde kuşku bırakan şeydir.” dedi.
Kuşkusuz iyilik ve kötülük sadece insanların bireysel dünyalarıyla sınırlı kavramlar değildir. Toplumsal hayatın her aşamasında ‘iyi’ ile ‘kötü’nün tezahürünü görmek mümkün.
Uyuyanları uyandırmak kolaydır fakat uyuyor numarası yapanları uyandıramazsınız. Ama vazgeçmeden ısrarla devam etmeliyiz..
Güzel ahlaka taç olan vicdan, son zamanlarda vicdansızlıkta hüküm sürüyor, görmezden geliniyor. İnsanın terazisi bozulunca geriye acımasızlıklar ve adaletsizce yaşanan hayatlar kalıyor.
Kalbimizi tatmin etmeyen hiç bir şeyin veya sözün yahut sorgulamayan ve duyduklarını akıl ve vicdan terazisine koymayan bir zihnin bizi hakikata eriştiremeceği aşikardır.
Vicdan terazisi
Türkiye’de Filistin meselesi, adalet ve vicdan sermayemizin tartıldığı hassas bir kuyumcu terazisine dönüştü. Konuşanların üslubuna ve yaklaşımına dikkatle bakıldığında, kim gerçekten Gazze’deki mazlumların derdine düşmüş, kim meseleyi kendi siyasî duruşu için istismar ediyor, kim masumların acısına gözyaşı döküyor, kim sadece kendi öfkesini ve kinini tatmin derdinde, çok net biçimde anlaşılıyor. Sözde zalimi kınayıp mazlumu kollar gibi göründüğü halde, sadece kendi şöhretini ve tuttuğu tarafın kalabalığını artırma derdine düşen veya ideolojik saplantılarını tatmin peşinde koşan pek çok kişi var. Gazze, Filistin, Kudüs, Mescid-i Aksâ, sadece kullanışlı ve bol kâr getiren birer malzeme onlar için. Sadece o kadar.
Bu bir kalp okuma veya suizan değil. Doğrudan doğruya, kullanmayı seçtikleri üslup niyetlerini apaçık ele veriyor.
Sizi bilmem, ama ben bir samimiyet ölçüsü olarak, Gazze ve Filistin için sesini yükselten birinin Suriye’de 2011’den bu yana can veren 500 binden fazla Müslüman hakkında ne yorum yaptığına bakıyorum. Yanlış anlaşılmasın: “Acı yarıştırmak” derdinde değilim. Yalnızca ahlâkî bir tutarlılık, erdemli bir çizgi ve kalplerde bir samimiyet arıyorum. Bir coğrafyada katledilen Müslümanlara ağıt yakarken, onun hemen yanı başında katledilen başka Müslümanlara gözlerinizi ve kulaklarınızı tamamen kapatıyorsanız… Bir coğrafyadaki Müslüman katillerini lanetlerken, onun hemen yanı başındaki başka Müslüman katillerini coşkulu bir şekilde destekliyorsanız… Bir bölgedeki Müslüman mazlumları sosyal medyada sürekli paylaşırken, hemen yan bölgedeki başka Müslümanları “emperyalistlerin kuklaları” olarak zemmedip yerin dibine batırıyorsanız… Kusura bakmayınız, derdinizin Filistin, Gazze ve Kudüs olduğuna kimseyi inandıramazsınız.
Suriye dosyası, her açıdan tartışılabilir. Baas rejimiyle mücadelenin yöntemleri, zamanlaması, insanların yaşadıkları acılara gösterdikleri reaksiyonun boyutu tamamen tartışmaya ve eleştiriye açıktır. Türkiye ve diğer bölge ülkelerinin gidişata müdahil olma biçimine dair de şerhleriniz olabilir. Tüm bunların hepsi anlaşılır. Zaten tarih de bu konularda epey sözler söyleyecektir; hatta şimdiden söylemeye başladı bile. Ama bütün bu analizler, Suriye topraklarında dünyanın gözleri önünde yaşanan mezalimi, insan hakkı ihlallerini, tecavüzleri, katliamları ve soykırım boyutuna varan kıyımı görmezden gelmeyi meşru kılmaz.
Aynı anda hem İsrail’e sövüp hem Beşşar Esed’i övemezsiniz. Aynı anda hem Gazzelilere üzülüp hem Suriyeli garibanların başına gelenleri alkışlayamazsınız. İsrail’i “emperyalizm” parantezine alırken, Suriye’yi “emperyalizme karşı mücadele” eksenine yerleştiremezsiniz. Emperyalizm derken sadece ABD ve müttefiklerini kastedip, Suriye’yi kendi bölgesel emelleri için talan eden başka emperyalist odakları gözden kaçıramazsınız.
Sıklıkla çok çeşitli örneklerine şahit olduğumuz bu ikiyüzlülüğün en yeni versiyonu, Türkiye’den Suriye’ye giden bir müzik grubunun Halep, Lazkiye ve Şam’da verdiği konserler sırasında sergilendi. “Kahrolsun ABD emperyalizmi ve Siyonist İsrail! Yaşasın Filistin Halkının Mücadelesi!” sloganıyla, Suriye rejiminin himayesinde sahneye çıkan grup, yukarıda bahsettiğim tutumun en canlı misaliydi. İronik ve trajik biçimde, konserler, 2 Mayıs 2013 günü Lazkiye yakınlarındaki Baniyas şehrinde Suriye rejim güçleri ve İran destekli Şiî milislerin Sünnî halka karşı gerçekleştirdiği ve en az 300 sivilin feci biçimde öldürüldüğü katliamın yıldönümüne denk düştü. Fotoğraflarla, videolarla ve şahitliklerle kesin biçimde kayıt altına alınan Baniyas katliamı, Suriye’de işlenen nice benzeri gibi, tamamen unutulmaya terk edildi ve hafızalardan silindi. Üstelik hatırlatmaya çalışanlara bugün “NATO’cu” bile deniyor.
Coğrafyamızda -hangi çizgiden olursa olsun- emperyalist güçlerin böylesine rahat at koşturabilmesinin en büyük sebeplerinden biri, “zalim” ve “mazlum” tanımlarındaki değişkenlik ve tutarsızlık. Kim olursa olsun zalime karşı, hangi kimlikten olursa olsun mazlumdan yana bir tavır geliştirmek zorundayız. Vicdan terazilerimizin bozulan ayarlarını tamir ve tashih etmek şart. Bunları yapmadıkça, kolayca yutulan birer lokma olmaktan kurtulamayacağız.
(Taha Kılınç)