ABDÜLKADİR DEMİR

2-ZEKÂT VERMEYENLER HAKKINDA ÂYET-İ KERİMELER

28 Mart 2024 Perşembe Saat: 09:55

Münâfıkların bu tavırları, âyet-i kerîmede şöyle ifâde edilir:

“Onlardan kimi de: «Eğer Allâh, lutuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız!» diye Allâh’a söz vermişlerdi.”

 

“Fakat Allâh, onlara lutfundan (zenginlik) verince, cimrilik edip (Allâh’ın emrinden) yüz çevirerek sِözlerinden döndüler.” (et-Tevbe, 75-76)

Kendi ahmaklığı yüzünden Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in îkâzını dinlemeyerek, sefil ve perişân bir şekilde hazîn bir âkıbete dûçâr olan Sâlebe, dünyanın geçici servetine aldanarak ebediyet fukarâsı olmuştu. Büyük bir pişmanlık içinde ölürken kulaklarında âdetâ Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in şu sözleri çınlıyordu:

“–Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır...”[1]

 

Ancak bu îkâza kulak vermemiş olan Sâlebe, fânî servetinin kendisini perişân eden girdapları içinde sonsuz bir elem ve ızdırâba dûçâr olarak can verdi. Düştüğü felâketi saâdet zannederek, kısacık bir dünya hayatına mukâbil, ebedî bir saâdeti ahmakça mahvetti.

 

Görüldüğü gibi insan, yaratılışı itibâriyle dünyaya meyyâldir. Dünya malı nefse câzip gelir. Ona aldananlar doymak bilmezler. Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu gerçeği şöyle ifâde buyurur:

 

“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa üçüncüsünü ister. Onun karnını ancak toprak doldurur...” (Buhârî, Rikâk, 10)

 

Mal yığıldıkça insanın hırsı artar, muhteris olur. Gözünü madde ve mal hırsı bürümüş olan insanda, merhamet ve şefkat hissi azalır. İnfâk etmek ona zor gelir. Nefsi ona: “Daha zengin ol; ilerde daha çok infâk edersin!” diye telkinde bulunur. Böyle insan, rûhen hasta, bedenen muzdariptir. Değerlendiremediği şu dünya gününde:

 

“Yarın yaparım diyenler helâk oldu!..” sözünün muhtevâsına dâhil olan bedbahtlardandır.

 

DÜNYA MALINA ALDANMANIN SONU

Sâlebe’nin yukarıda nakledilen hikâyesi, dünya malına aldanışın hüsrânını ifâde yanında, kaderi zorlamanın ve duâ âdâbına riâyet etmemenin fecî âkıbetini kavramamız için de mükemmel bir misâldir. Bize düşen; Cenâb-ı Hak’tan bir şey isterken, onun hakkımızda hayır mı, yoksa şer mi olduğu husûsunda aklımıza gereğinden fazla güvenerek ısrarcı olmak yerine, talebimizin eğer hayırlı ise ind-i ilâhîde kabûlünü istemektir. Aksi hâlde lutuf içine saklanmış kahırları görememekten dolayı başımıza çâresiz dertler açabiliriz. Duânın -sadaka gibi- belâları defettiği, dînî bir gerçektir. Ancak bunun nasıl gerçekleştiği husûsunu sırf âciz aklımızla tâyin edebilmemiz mümkün değildir. Duâ, Rabbimizin bize bir müsâadesi, nîmeti ve hattâ emridir. Lâkin onun muhtevâsını ferdî akıl ve hislerimizle doldursak da, bu muhtevânın mutlaka hayır olduğu husûsunda inat etmemeli ve Allâh’tan:

 

“Yâ Rab! Hayırlı ise lutfeyle!” diye niyazda bulunmalıdır.

Görülüyor ki, malı faydalı bir hâle getirmek için onu, ilâhî emirlere uygun bir istikâmette kullanmak mecbûriyeti vardır. Bu, fert ve toplumun dünya ve âhiret selâmeti için zarûrîdir.

 

İnfakla Takva'ya ulaşmayı ve Cenneti kazanmayı hak eden hayatüs’sahabe’den çarpıcı bir örnek verirsek şöyle ki;

 

“Bir adam Hz. Peygamber’e gelerek:

– Ben açım, dedi. Allah’ın Resûlü hanımlarından birine haber göndererek yiyecek bir şeyler istedi. O da:

– Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki evde sudan başka bir şey yok, dedi. Efendimiz bu sefer diğer bir hanımından yiyecek bir şey istedi. O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Resûl-i Ekrem, öteki hanımlarından da aynı cevâbı alınca ashâbına dönerek:

“– Bu gece bu şahsı kim misâfir etmek ister?” diye sordu. Ensâr’dan Ebû Talha (r.a.):

– Ben misafir ederim yâ Resûlallâh, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca hanımına:

– Resûlullah’in misafirini ağırlayalım, dedi. Sonra:

– Evde yiyecek bir şey var mı, diye sordu. Hanımı:

– Hayır, sâdece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var, dedi. Sahâbî:

– Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misâfirimiz içeri girince de lâmbayı bir bahaneyle söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım, dedi.

Sofraya oturdular. Misâfir karnını doyurdu; onlar da aç olarak yattılar. Sabahleyin Ebû Talha Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Onu gören Allah Resûlü:

«– Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ râzı oldu.» buyurdu.”

(Buhârî, Tefsîr, 59/6)

 

Kur’an ısrarla yardıma, infaka ve paylaşıma vurgu yapar;

ona inanan mümin ise imkanı olduğu halde muhtaca vermez, ama "Ya Rabbi! Fakirlere yardım et" diye Allah'ı göreve çağırır.

 

Çağımız, servetin en yüksek olduğu,

Açlığın en çok yaşandığı bir çağdır.

İhtiyaç varsa infak mecburidir.

 

Vermenin infakın oranı;

Verenin ölçüsü “ihtiyaç fazlası”

Alanın ölçüsü “ihtiyaç miktarıdır.”

 

Kocası iftar saatinde eve geldi

Hanımı; “evde ekmek yok” dedi,

Çocuklara sarılıp bir süre ağladı.

Sonra da arka odaya geçti.

Adam kendini tavana asmıştı!

Bir sigara parası kadar olsaydı!

Bir kola parası kadar olsaydı!

Ekmek alıp kendini asmazdı!!!

 

İnfak zenginin imtihanıdır.

Fakirin hakkını vermeyenler;

Pahalı evlerde oturmak,

Pahalı arabalara binmek,

Daha fazla zenginleşmek için,

 

Kimlerin yaşamını çaldığını?

Çocukların lokmasını,

O babanın hayatını,

O annenin ümitlerini…

Bunun adına ister hırs,

İstersen tamahkar deyin!

 

Namaz ve zekâtla bütünleşmedikçe,

Kelime-i Şahadeti söylemenin

Çok bir faydası yoktur.

 

Çağımız, servetin en yüksek olduğu,

Açlığın en çok yaşandığı bir çağdır.

Kişileri öldüren açlık değildir,

Kişileri öldüren cimriliktir.

“İnsan” ve “İslam” olmanın şartı;

İhtiyaç varsa infak mecburidir.

 

Vermenin, bir oranı yoktur,

Oran; verenin “ihtiyaç fazlası”

Alanın da  “ihtiyaç miktarıdır.”

 

Zengin, fakirin hakkını vermediği için,

İnsanlar fakir düşerler.

Fakirliğin sorumlusu zengindir.

İmtihan, zenginin imtihanıdır.

 

Paranın gittiği yerden geldiği yer belli olur! 

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Çok zengin biri camiye gider. Yanına da tesadüfen fakir ve garip birisi namaza durur. Aslında o bir Allah adamıdır. Namazdan sonra bu fakir, duasında, yemeklerin isimlerini de sayarak, (Yâ Rabbi, acıktım, bana şu yemekleri gönder!) der. Zengin, bunu işitince, kendisine duyurmak için böyle dua ettiğini zannedip ona, (Kardeşim, ne diye böyle dolaylı yoldan söylüyorsun, açıktan isteseydin verirdim) der. Fakir, (Ben Rabbimden istedim, sen de kimsin?) der ve bir kenara çekilir, uyumaya başlar. Az sonra birisi, elinde tepsiyle gelir. Fakiri uyandırıp, (Efendim, yemekleriniz geldi. Ben dışarıda bekliyorum, yemekten artan olursa alacağım) der. Tepside fakirin duada istediği yemeklerin aynısı var. Zengin şaşırır. Merakla dışarı çıkıp yemeği getirene der ki:

 

- Sen kimsin, bu fakir kim, bununla ne ilgin var?

 

- Ben hamalım. Bugün yükünü taşıdığım zengin, on lira yerine, yüz lira ihsan etti. Eve çokça erzak alıp götürdüm. Hanım yemekleri yaptıktan sonra, bir kenarda uyuya kalmış. Rüyasında Peygamber efendimiz ona, (Bu yemekleri, şu camide bir Allah dostu var. Ona gönder, ondan arta kalanını yerseniz, çok bereketini görürsünüz. Bunu yaparsanız, Cennete gireceğinize kefil olurum) buyurmuş. Hanım da, (Baş üstüne Yâ Resulallah) demiş. Uyanınca durumu bildirdi. Ben de yemekleri getirdim. O zenginin parası, ne hayırlıymış ki, o parayla bu nimet bana nasip oldu.

 

- O sana yüz lira verdi, ben beş yüz vereyim, o sevabın bir kısmını bana ver!

 

- Cenab-ı Peygamber, Cennete girmeme kefil oluyor, sen beş yüz lirayla bunu elimden mi alacaksın? Dünyayı versen kabul etmem.

İmam-ı a’zam hazretleri, (Paranın gittiği yerden, geldiği yer belli olur)buyuruyor.

 

Birinci zenginin parası hayırsızdı, hayırlı işe nasip olmadı. Ama ikinci zenginin parası hayırlıydı, Allahü teâlâ ona bu hayırlı işi yaptırdı. Hem kendisi, hem hamal, hem de hanımı kurtuldu. Peygamber efendimiz, (Hayra vesile olan, hayır işlendikçe sevab kazanır, şerre alet olan, o şer yapıldıkça kendisine günah yazılır) buyuruyor. Kendi paramızla, kendimizi Cehenneme atmak olacak şey mi?

 

Demek ki marifet, çok kazanmak değil, helâlinden kazanıp, helâl yere sarf etmektir. Harcamak, kazanmaktan daha önemlidir. O hâlde parayı, âhiretimizi kazanacak şekilde İnfak etmeliyiz...