ABDÜLKADİR DEMİR

İŞİ EHLİNE VERMEK VE GÜVENİLİR OLMAK

26 Ocak 2024 Cuma Saat: 09:53

 

Ne zaman liyakatli görevinin hakkını  veren

birinin vefasızca harcanıp kifayetsiz muhterislerin ortalıkta dolaştığını görsem;

İslam Tarihinde Aklıma şu iki çarpıcı olay gözümün önüne gelir;

Birincisi;

Abdullah bin URAYKIT... Hicret sırasında ücret karşılığı O güzel Nebi’ye (s.a.v) ve yol arkadaşı Hz. Ebubekir’e (r.a) kılavuzluk eden MÜŞRİK...

 

Kaynaklarda sonradan Müslüman olduğuna dair bir bilgiyede maalesef rastlanmamıştır..!

 

Niçin bir Müslüman değil de, böylesine önemli bir yolculukta bir müşrik kılavuz olarak seçilir..? Uraykıt hangi özelliklere sahiptir;

 

-İşi ehline vermek

-Güvenilir olmak

-Dürüst olmak ve yol arkadaşlarını satmamak..!!

 

Ölçü EHLİYETTİR..!! Kişinin inancı değil, o işe ehil olup olmadığıdır..!!

Bugünün insanı maalesef SEN KİMSİN gibi nefret söylemi yaşıyor..!! İmtihan bu ya; Balığın gönlü, çöle vurulur..!!

 

İkincisi;

 Peygamber efendimizin Mekke'nin fethinden sonra Kabe'nin anahtarlarını sahibinden almaması gelir.

Kısaca hatırlatayım.

Mekke fethedilmiştir. O güzeller güzeli Peygamberimiz Kâbe'nin önüne gelir ve kapısının açılmasını ister. Kâbe'nin anahtarı ise henüz Müslüman olmamış Osman bin Talha'dadır. Yıllardan beri ailesinin uhdesinde olan görevi hakkıyla ifa eden Osman b. Talha anahtarı getirir ve Peygamber efendimize teslim eder. Kâbe'nin kapısı açılır, içi putlardan temizlenir ve iki rekat şükür namazı kılındıktan sonra dışarı çıkılır. Peygamberimizin etrafı Kâbe'nin kapısını açma görevinin kendisine verilmesini bekleyen Müslümanlarla çevrilidir. Peygamberimiz anahtarı tekrar Osman b. Talha'ya uzatınca bir hayal kırıklığı olur anahtarın kendisine verilmesini bekleyenlerde. Oysa Peygamberimiz onlar gibi düşünmemektedir. Çünkü Allah Kitab-ı Mübin'de;

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً

Allah size, mutlaka emanetleri işleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder. [Nisa 58]

Buyurmaktadır. Peygamberimiz anahtarı alıp başkasına vermemekle hem yüzyıllardan beri o kutsal görevi büyük bir sorumlulukla yerine getiren aileyi takdir ettiğini gösterir bizlere hem de ayetin hakikati mucebince amel eder. Ne güzel bir örnek, eğer alınırsa.

Emanet ehline değil de kifayetsiz muhterislere tevdi edilirse ne mi olur? Ne olacak, kıyamet kopar.

Hz. Peygamber buyurdu:

            Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin.

            "Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?"

            Görev ehlinden başkasına verildiği zaman. (Buhari)

Selçukluların büyük veziri Nizâmülk meşhur eserinde bu durumu şöyle özetler.

İşi kifâyeti olmayan birine vermek o işin başarısız olmasına davetiye çıkarmak gibidir. Muhteris birine verilirse kavgaya davetiye çıkarılır. Kifayetsiz muhterisi bir yerin başına getirirseniz o zaman da fitneyi çağırmış olursunuz.

Fitne çıktı mı kıyametin kopmasını bekleyin. Yani başına geçirdiğiniz kurumun sonunu bekleyin, oradan artık bir fayda hasıl olmaz.

 

Kifayetsizlik aslında kötü bir şey değil. İnsan olup da kifayetsiz olmayan yoktur. İnsan zaten noksandır. Bu dünyaya gelme nedeni de eksiklerini görüp tamamlaması, kemale ermesidir. Kifayet kazandırılabilir. Dersle, kursla, antrenmanla, çalıştırmakla birşeyleri öğretirsiniz ve ihtiyaç duyulan beceriyi kazandırırsınız. Böylece ehliyet ve liyakat sahibi olabilir.

Ancak muhterislik böyle değil maalesef. O sonradan değiştirilmesi neredeyse imkansız bir huydur. İnsanın en kötü huylarından biridir hatta.

 Muhterislerin gönülleri alçaktır ama alçak gönüllü değillerdir. Bir yere gelmek için, bir şeyi ele geçirmek için, bir koltuğa oturmak için yapamayacakları şey yoktur.

Yalan söyleyebilirler, iftira atabilirler, insanların arkalarından dolaplar çevirebilirler.

Allah şerlerinden korusun.

 

İskender,hiçbir kusuru konusunda onu uyarmayan bir vezirine“Sana ihtiyacım yok.”dedi. Vezir:“Neden hükümdarım?”

 

İskender:“Çünkü ben bir beşerim. Sen bu kadar süre zarfında benim tek bir hatama bile rastlamadıysan cahilsin demektir, örtbas ettiysen o zaman da hainsin demektir.”

 

Bir ülkenin bir Şehrin iyi yönetildiğinin en çarpıcı göstergesi, önemli mevkilere gelen insanların partizanlık, hemşerilik, ortaklık, yandaşlık, tarikat, ideoloji vs. ilkelerine göre degil, "liyakat" esasına göre seçilmiş olmaları. Liyakat, layık olmak; işte temel kavram bu.

 

Çünkü önemli mevkileri işgal edenler halkın içine sinmediği zaman “Benim neyim eksik!" sorusu ortaya çıkıyor ve bu soru sistemi zehirliyor. Halkın yöneticisine saygısı kalmıyor.

 

Tarihe bakın, bir ülke yükseldiği zaman birçok önemli kişilikle birlikte yükseliyor.

 

Mesela Kanuni Sultan Süleyman dönemi.

Batılıların “muhteşem” dediği bu imparator zamanında sadrazam, Sokollu Mehmed Paşa. Belki de Osmanlı'nın gelmiş geçmiş en önemli devlet yöneticisi

 

Mimarbaşı; büyük Sinan! Doğu medeniyetinin yetiştirdiği en büyük mimar!

 

Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa; tarihin en  büyük denizcilerinden biri.

 

Sarayın el üstünde tuttuğu şair Baki; Divan edebiyatının en iyilerinden.

 

Bunca yeteneği ve başarılı ismi değerlendiren, onları kurda kuşa yem etmeyen, tam tersine devletin tepesine getiren bir "pozitif seleksiyon” yöntemi söz konusu.

 

Türkiye ise işi ehline vermemekten dolayı çok canı yanmış ve değerli yıllarını yitirmiş bir Ülke.

 

 

Dünya hayatının barış, huzur ve başarı ile bereketlenmesi için vazgeçilemez esasları bizlere öğreterek yolumuzu aydınlatan Mevlâmız!

 

Her işin mutlaka bir sorumluluk ve vebal içerdiği  bilinciyle; liyakatin esas alınması

 emr-i ilâhîsinden hareketle,haddimizi bilerek işimizin ehli olmaya, ehli olmadığımız işe talip olmamaya, işi ehline vermeye, bir işin ehline emanet edilmemesi halinde o işin sonunun felaket olacağını, adeta o işin kıyametinin kopacağını bilerek hassas davranmaya ve her ne pahasına olursa olsun aleyhimize de olsa adaletten şaşmadan şerefimizle yaşamaya bizi muvaffak kıl!

 

Dünyevi, fani makamların hırsına kapılarak, vicdan cehenneminde bizi yakıp kavuran pişmanlıklara sürükleyecek bencilliklerle hased ve iftiraların pençesinde kapı kapı dolaşıp manen şahsiyet katline elini, dilini, gönlünü bulaştırmak suretiyle mü’min kişiliğimizi kaybetmekten Sana sığınıyoruz Allahım!

 

Bizi; haksızlığa uğratılan mazlumun “ah”ını da aramızda fısıldadıklarımızı da duyan , insanlardan gizlediğimizi zannettiğimiz duygularımızı da sinsi planlarımızı da gören ve bize şahdamarımızdan da yakın bir Rabbimiz olduğu şuuruyla yaşat ki ayaklarımız şeytanın ve avanesinin yoluna kaymadan;

HER HALİMİZLE MÜ’MİN olup dünyamızı da ahiretimizi de huzur ile donatabilenlerden olmamız niyazımla….