22 Ağustos 2022 Pazartesi Saat: 09:48
Kültürel, ekonomik ve sosyal farklara ve ayrımcılıklara karşı çıkan, bunlardan arındırılmış bir dünyaya ulaşma yollarını araştıran, sosyal-demokrasi, sosyalizm veya komünizm gibi ideolojileri benimseyen ve uğrunda siyaset ve felsefe yapanlara SOLCU denir.
Solcu, sosyal hiyerarşiyi kaldırmak isteyen, tam bağımsızlık, adalet, eşitlik, özgürlük, çalışma, beslenme, barınma ve refah payı gibi hakları savunan, bu kavramlar üzerinden davranış biçimleri geliştiren ve mücadele eden insandır.
‘Halkçı’ diye betimlenir çünkü erki değil halkı gözetir. Emek-sermaye çekişmesinde emekten taraftır. Din, ırk, milliyet, cinsiyet gibi kavramları tanır ancak odağına sadece insanı koyar.
Devletçidir ama halkını ezen devleti değil yücelten, besleyen, barındıran ve koruyan devleti savunur. Devleti yöneten erki devletin sahibi değil halkın hizmetkârı olarak görür.
Hiç şüpheniz olmasın ki dünyadaki solcuların yüzde 99’u bu felsefe ile hareket eden, Deniz Gezmiş ve arkadaşları gibi kültürlü, bilinçli, omurgalı, onurlu, vicdanlı, mert, cesur, mücadeleci ve dürüst insanlardır. Amerikan donanmasının önünde secde eden meczupların iddia ettiği gibi vatan hainleri değil, ülkesinin bağımsızlığı uğruna altında canlarını feda ettikleri idam sehpalarını “Yaşasın tam bağımsız Türkiye, kahrolsun emperyalizm” diyerek kendi ayaklarıyla tekmeleyenlerdir.
Ancak bu yüzdenin geriye kalan 1’i var ki, solcuymuş gibi görünüp sol felsefe ile alakası olmayan davranış biçimleri gösterirler. Bu halleri ile kendilerine yarar sağlarken halka, solculara ve sol ideolojilere de zarar verirler.
Bunlara ‘Tatlı Su Solcuları’ denir. Maalesef tamamı da ülkemizde yaşar. Özellikle sosyal mecralara, medyaya veya sivil toplum kuruluşlarına sızıp konuşlanırlar. Konumlarını da araçsallaştırarak kendi sığ ve özel çıkarları için kullanırlar.
Tatlı su solcuları aslında sosyal demokrat geçinen neo-liberal[1] kapitalistlerdir.
Bunların “sosyalistim” veya “komünistim” diyenine asla şahit olamazsınız. Marjinal ideolojilerden nefret ederler. Soft ideolojiler[2] arasında kolayca konum değiştirebilmek için sosyal demokrasi gibi merkeze yakın ve esnek bir ideoloji içinde durmayı/görünmeyi tercih ederler.
‘Yetmez Ama Evet’çidirler. Toplumcu değil bireycidirler. ‘Halk’, gerektiğinde arkasına saklanacakları bir kelimeden ibarettir. Odaklarında insan değil kişisel çıkarları vardır. Kişisel çıkarlarına dokunanı düşman olarak görürler.
“Küçük insanlar KİŞİLERİ, ortalama insanlar OLAYLARI, büyük insanlar ise SİSTEMLERİ konuşur” deyişini bilirsiniz. Buradaki küçük, orta, büyük şeklinde tanımlanan insanların maddi durumları, manevi seçimleri veya mevkileri değil, ANALİTİK[3] DÜŞÜNME ve UZGÖRÜ[4] KAPASİTELERİ’ nin seviyeleri kast edilir.
Tatlı su solcuları küçük insanlardır.
Söylemlerine ve eylemlerine bakınca siyaseti sadece KİŞİLER üzerinden yaptıklarını görürsünüz. Her sorunun müsebbibini kişilerde arar, kişileri suçlarlar. Analitik düşünemezler. Uzgörü yetenekleri yoktur. Olsaydı eğer, temel problemin sistem olduğunu, olayları ve kişileri de sistemlerin yarattığını anlarlardı. Oysaki solcular kişileri ve olayları değil sadece sistemleri olumlaştıracak fikirleri konuşurlar.
En bilinen davranış biçimleri ‘iftiracılık’ ve ‘itirafçılıktır’.
Çıkarlarına alet edemedikleri insanları konuşlandıkları mecralarda önce itibar suikastı ile aşağılar, değersizleştirir sonra yargısız infaz ile mahkûm edip toplum önünde idam ederler. Bunların zerre kadar vicdanları ve acımaları yoktur. Muhbirdirler! Zoru gördüklerinde en yakınındakileri bile satar, bülbül gibi öterler. Hem de birin üstüne bin katarak…
İkiyüzlü insanlardır. Yüze gülerler, arkadan kuyu kazarlar.
Emekçileri sözde savunurken onların kültür düzeylerini, lümpenliğini[5], yaşam standartlarını, dış görünüşlerini aşağılarlar. Dillerinden emek, işçi, eşitlik, sömürü gibi kavramlar düşmezken, bir işçinin ter kokusunu yakından koklama veya yer sofrasına birlikte oturma onuruna bile kavuşamamışlardır. Hatta çıkarlarına uymayan işçilerin ekmek kapılarını bile kapattırmaya çalışırlar.
Bir taraftan mülteciler hakkında "onların da sığınma hakkı var” diyerek, mültecileri eleştirenleri “faşist-ırkçı” diye suçlarken diğer taraftan “mültecileri ülkelerine gönderelim” diyenlere çanak tutarlar.
Bir eli yağda bir eli balda, kapitalist sistemin tadını çıkarırken bir yandan da Marx, Lenin, Troçki edebiyatı yaparlar. Ama bunların teki bile bırakın ‘Das Kapital’i, ‘Kalıcı Devrim’i veya ‘Sosyalist Devrim için Geçiş Programı’nı okumayı, solun gelişme tarihinden, felsefesinden, kavramlarından ve içinde yaşadıkları toplumun gerçeklerinden bile bihaberdirler.
Tatlı su solculuğuna evrilmeden önce katıldıkları üç beş cılız hak arama eylemlerinde aldıkları 2 cop darbesinden öylesine korkmuş öylesine tırsmışlardır ki eylemsel davranışlardan vaz geçip, hayatı kolaylaştıran şartları, araçları, mekânları ve söylemleri benimsemişlerdir.
“İşe gelen vurdumduymazlık”[7] modundadırlar.
Bunlar erkin uyguladığı sisteme, en hızlı uyum sağlayıp dolaylı da olsa hizmet edenlerdir. Kendilerine ya da yakınlarına iş veya ihale istemek için muhalefet ediyor-muş gibi göründükleri erkin karşısında el pençe divan durup yalvarmaktan asla utanmazlar. Kopardıkları imtiyaz nedeniyle de gebe kaldıkları muhalif erkin her yanlışında üç maymunu oynar, konuşlandıkları mecralarda dolaylı şekillerde pohpohlama bile yaparlar.
Hepsi, sokak ve meydan da değil eleştirdikleri yandaş troller gibi internette solcudur.
Sosyal medyadan yolladıkları düşük zekâ ürünü ‘fikri sinir’ paylaşımlarla veya paylaşımların altlarına yaptıkları yorumlarla memleketi kurtardıklarını zannederken bir de sosyal medyada binbir zorlukla mücadele veren gerçek solculara ayar vermeye kalkarlar ama gereken cevabı (!) alınca toz olurlar.
Solculuk adına yaptıkları tek şey görüntü vermektir. Solcuymuş gibi görünmektir.
Solcu nutuklar atıp konuşurlar ama iş pratiğe gelince hiçbir şey yapmazlar. Sol eksenli gazeteleri okurlar ya da ellerinde gezdirip okudukları zannedilsin isterler, sosyal demokrat partilere oy verdiklerini söylerler ya da öyle bilinmesini isterler, gördükleri duydukları her şeyi, arka planını araştırıp öğrenmeden eleştirirler. Zamana, maddi durumlarına ve çıkarlarına göre tatlı su solcusu olmaktan bile her an vazgeçebilirler.
Sol ideolojilerin ne felsefesini ne de temel kavramlarını bilirler.
Adaletsizliğe, eşitsizliğe, özgürlüğe ve haksızlığa karşı dik duruyor-muş gibi yaparlar. Ama hakkında yalan, yanlış, uydurma, hamaset hikâyeleri anlattıkları ve her konuda suiistimal ettikleri için halkı Atatürk’e düşman eden bunlardır. Yıllarca baş örtüsü sorununu gündemde tutup mütedeyyin insanları ümmetçi ideolojilerin[8] arkasında konsolide edip solun özgürlük kavramına ihanet eden de bunlardır. “Dağdaki çobanla benim oyum bir tutulamaz” diyerek solun eşitlik kavramına ihanet eden bunlardır. Her şeyi ve herkesi sol ahlâk ile eleştirip, iş aksiyona ve gerçek hayata geldiğinde yan çizip her türlü ahlaksızlığı yapanlar da bunlardır.
Hümanizmi de istismar ederler.
Çocuklara yönelik taciz, tecavüz ve cinayet gibi vahşet suçlarını işleyenlere “idam edilsinler” şeklinde elbette hukuki olmayan ama sadece duygusal tepki veren insanları bile hümanist-miş gibi görünmek adına canilikle, psikopatlıkla suçlar hakaret ederler. Duygudaşlık[9] nedir bilmezler.
Kendilerinden farklı düşünenleri anlamaya çalışmazlar.
Her aykırı düşünceyi ifade edene faşist diye çemkirirler. Faşizmin ne olduğunu da bilmezler. Ülkücü ve milliyetçileri faşist zannederler. Sözde ve görüntüde ülkücü-milliyetçi diye geçinen faşist sever mafya bozuntusu hırsızları, faşizme karşı olan özde ve gönülde gerçek ülkücü ve milliyetçi olanlar ile aynı kefeye koyarlar. Aralarındaki alakasızlığı ve benzeşmezliği de bilmezler.
‘Çevre’ en çok istismar ettikleri kavramıdır.
Çevreden anladıkları tek şey BİNA’ dır. Diğer çevre konularıyla alakaları yoktur. Sadece yakın (!) çevrelerinde kendi çıkarlarına aykırı yapılan bina ve özellikle halka açık işyerlerine –yapılırken değil, yapıldıktan sonra- karşı çıkarlar. Kimin işi kimin aşı demeden işyerlerini hedeflerine koyar, emekçilerin ekmek kapılarını kapattırmaya, resmi izinle, ruhsatla yapılmışı yıktırtmaya çalışırlar. Yıkarak elde edilecek kamu yararı ile yıkmadan elde edilecek kamu yararı arasındaki uçurum gibi farkın hesabını bile yapamazlar. Arka planında kaç emekçinin işinden aşından olacağını ve kaybedilecek milli serveti anlayamazlar bile. Yapanı değil yaptıranı ve yapılmasına göz yumanı eleştirmeleri gerekirken pireyi savuşturmak için yorganı yakarlar.
Aflara, sosyal yardımlara karşıdırlar.
Yaylalarda, deniz kenarlarında mangalda kuzu pirzola ile karınlarını tıka basa doldururken iktidarın oy devşirmek için halka dağıttığı kömür, makarna ve aylık diye verilen üç kuruş parayı alan muhtaç insanları “makarnacılar” diye eleştirip yıllarca alay ettiler. Kendilerinin rahatlıkla ödeyebildikleri vergileri, evine ekmek götüremeyen esnaf da ödeyebilsin diye çıkarılan vergi aflarından faydalananları eleştirip alay ettiler.
Halka yakın ve içinde durmadıkları için halkın durumundan da bihaberdirler. Bunların alayları ve aşağılamaları yüzünden yaratılan “bunlar başa gelirse bizi perişan ederler” algısı ile sol ideolojiler karşılığını her defasında sandıkta yenilerek aldılar. Akıllanmış olmalılar ki artık bu argümanla muhtaç insanlarla alay etmekten vaz geçtiler.
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” felsefesini temel görüş olarak benimsemişlerdir.
Bunların kişisel çıkarlarına dokunmadığınız sürece bırakın halkı, söylemleri veya paylaşımları yüzünden adliyelerde ömrü geçen gerçek solcuların üzerlerinde tepinenler umurlarında olmaz, yaşadıkları çileye tek bir sözle tek bir ‘TIK’ ile destek bile vermezler.
Kıskançtırlar!
Sol ideolojiler ile siyaset yapan, hak ve özgürlükler adına mücadele ederek halk nezdinde kabul ve teveccüh görmüş insanların öne çıkmasını hazmedemez, ufak da olsa bir hatalarını bulup karalamaya çalışırlar. Kendilerinden daha zengin daha mutlu olan herkesi kıskanırlar.
Servet düşmanıdırlar.
Her servet sahibini devleti soymuş çetelerin üyesi zannederler. Ama bir insan çalmadan, çırpmadan, emekçinin hakkını yemeden servet sahibi olabilmek için nelere katlanmış, ne çileler çekip ne fedakârlıklar yapmış, ne kadar çalışmış, ne kadar ezilmiş, eğitim almak için ne kadar dirsek çürütmüş, ne kadar beden ve akıl yormuş, ne kadar ana, baba, kardeş, evlat, memleket hasreti çekmiştir diye asla düşünmezler.
Bunlara göre her servet sahibi ya emekçinin hakkını yemiş faşisttir ya da hırsızdır! Ama asla solcu değildir! Olamaz! Solculuk bunların tekelinde ve iznine tabidir sanki…
Geliştirdikleri bu türdeki davranış biçimleri yüzünden, sol ideolojiler ile siyaset ve felsefe yapanlar genelleştirilerek siyasi rakipleri tarafından her mecrada alay edilerek eleştiriliyor. Solculara ve sol ideolojilere en büyük zararı veren rakipleri ve rakip ideolojiler değil bu tatlı su solcularıdır.
Derdim, hep eleştirdiğim “ortada top çevirenler” gibi olmak değil, “her an sahayı terk edebilmek için kenar çizgisine yakın oynamak” da değil. “Bir ondan bir de bundan asmak“ ya da “biraz ona biraz da buna vurmak” hiç değil.
Derdim, yanlışı kim yapmışsa sağına soluna bakmadan eleştirerek kendilerine çeki düzen vermelerine katkı sağlamaktır. Yoksa yanlış yapanlar kadar doğru yapıyor-muş gibi görünmeye çalışanları da eleştirmezsek “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” durumuna düşeriz.
İster yandaş ister karşıt olsun, ‘tatlı su balığı’[10] gibi davranan kim varsa yaptıklarını ve söylediklerini ideolojilere mal etmeden anlamak ve bunları ifşa ederek itibar görmelerini engellemek gerekiyor.
[1] Neo-liberalistler, kapitalistler gibi serbest piyasa ekonomisini savunur. Bu sistemde fiyat denetimi yapan devlet kurumları değil özel kurumlardır. Bir diğer özelliği is özel şirketlere en fazla serbestlik tanıyan ekonomi modeli olmasıdır. Merkezi planlamaya da karşı çıkan Neoliberalizm temsilcileri, iktisadi alanda özgürlüğü savunmuştur. Kamu iktisadi teşebbüslerine engel olacak birtakım önlemler alınır. Çünkü Neoliberalizm ekonomisinde kamunun kar oranını arttırması, özel sektörün daralması anlamına gelir. Devletin ekonomiye müdahale etmesi istenmez.
[3] Analitik düşünme, bir problemin çözümünü tümden gelerek bulma sistemine dayanır. Problemi alt başlıklara ayırarak, küçük parçalara bölerek sınıflandırmak ve her bir parça üzerinde çalışma yaparak asıl sorunu çözmeye çalışmak anlamını taşıyan bir yaklaşımdır.