Şafak DELİÇAKAR

AYASOFYANIN KAPISI YENDİ DERKEN, APARTMANIN KAPISI DA GİTTİ ELDEN…

13 Haziran 2022 Pazartesi Saat: 09:47

Ayasofya’daki “İmparatorluk Kapısı” nı birilerinin “yediği” söylendiğinde “yuh artık bunu da mı yaptılar” demeyen yoktur herhalde.

Kapıdaki eksilme ve hasar nasıl olmuş diye araştıran sanat tarihçilerinin tespitlerine göre, Ayasofya’ya girenler ahşap kapıdan söktükleri parçaları kutsal diye koparıp yemişler. İyi mi?

Allah bunlara akıl fikir versin!

Peki, çok mu şaşırdık? Hayır, tabii ki! Çünkü daha beterini de duymuştuk.

Bu ülkede, sümüklü hain fetönün pis donunun ve atletinin,  hatta taharet aldığı b.klu tuvalet kâğıdının parçalarını muska gibi sarıp sarmalayıp boynuna asan veya koynunda gezdiren ahmak meczupları duymamış mıydık?

Ayasofya’nın kapısının küçük bir parçasını ağızlarına atıp yutmalarının esamesi bile okunmaz karşılaştırınca…

Sorun şu ki, bu millet, Müslümanlığı kabul etmesine rağmen genlerine her nasıl işlemişse hala Şamanist adetlerden vazgeçememiş demek ki.

Cami kapısı yiyip kutsanmak, ağaçlara çaput asıp dilek dilemek, türbelerde ölmüş insanlardan medet umarak yardım istemek, deniz kenarına ev ve araba çizip yedi dalgadan atlamak, birde bunları yaparken 3 İhlas 1 Fatiha okumak var mı bizim dinimizde?

Müslümanlık ile Şamanizm’i birleştirip Allaha şirk koşulan paralel bir din oluştu da haberimiz mi olmadı yoksa?

Ekonomik güçlüklerle mücadele eden bu millet baktı ki, iktidarın politikalarından ve vaatlerinden, Ayasofya’nın kapısından koparıp yuttuğu tahta parçacıklardan, ağaca astıkları çaputlardan ve medet umdukları türbelerdeki ölülerden iş, aş, izdivaç, kocayı eve bağlama, üniversite kazanma vb konularında bir sonuç alınmıyor, yaradana sığınmak yerine şimdide başka totemlere yöneldiler.

Diğerlerini bilemem ama işsiz, yoksul ve yeterli beslenemeyen insanlar, artık gelir elde etmek için ulaşamadıkları altın, gümüş ve dövizden vazgeçip, bulması ve çalması en kolay ve en ucuz olan elementlerden biri olan demiri tercih etmeye başlamışlar.

Medyada haberleri izleyince gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Daha öncede kuzine soba, yufka sacı, alüminyum tava, alüminyum ibrik, manivela demiri, tırmık, nacak, balta, saç tepsi ve çatı sacı hırsızlığını duymuştum. Hatırlayınca tebessümüm de şaşkınlığım da arttı tabii ki.

Henüz Ayasofya’nın yenen kapısının şaşkınlığını atamadan apartman kapılarının da başka bir şekilde yendiğini (!) duyduk. İyi mi?

Demirden imal edilmiş ne kadar apartman kapısı varsa güpegündüz ç/alıp götürmeye ve hurdacıya satmaya başlamışlar.

Bi ara kanalizasyon sisteminin rögar kapakları da revaçtaydı ama kamu malı çalmanın cezasının ağır olması nedeniyle tercih edilmez olmuştu.

Yahu hırsızlığında bir haysiyeti vardı eskiden. Hırsız, yükte hafif paha da ağır şeyleri çalardı. Üstelik fakirden değil zenginden çalardı. 100 kiloluk apartman kapısı çalmazdı. Çalarsa diğer hırsızların alay konusu olurdu.

Demek ki memlekette hırsızın çalabileceği şeyler kalmamış ki kapı çalmaya başlamışlar. Her şeyin olduğu gibi hırsızlığında kalitesi bozulmuş maalesef…

Ne kapı yiyen ne de kapı çalan aslında hırsız olamaz. Olsa olsa ya meczupdur ya da üç kuruş paraya ihtiyacı olan çaresizdir.

Velhasıl, cami kapısını yiyen zihniyet ile apartman kapısı çalan zihniyetin aynı havayı teneffüs etmelerinin artık yadırganacak bir tarafı kalmadı.

İnsanlar hangi ara bu hale geldi? Ekonomik kriz bu kadar mı etkiledi milleti? İktidarın bu konuya acilen el atması gerekli. Yoksa Ayasofya’nın kapısı yendi derken, apartmanın kapısı da gider elden işte böyle...

Yakında daha ilginç gelir kapılarının oluşacağından veya toplu yağmaların başlayacağından endişe duymamak mümkün mü artık?