30 Mayıs 2022 Pazartesi Saat: 09:33
Toplumun hassasiyetlerini ve beklentilerini bir türlü anlayamadılar diye iktidarı eleştirirken, muhalefetin acemilerinin de reis olma özentisi ve hayaliyle daha beter bir körlüğün karanlığına düşmeleri de nedir böyle?
Halkın derdi başından aşmışken, halkın derdi ile dertlenmeyi bırakıp istikrarlı bir şekilde artistik hareketler yapıyorlar.
Umut diye lanse edilen Ekrem İmamoğlu;
Seçim döneminde camide kamera önünde kuran okuyup basına servis etti. Aklı sıra muhafazakâr kesimin tribünlerine oynadı. Yıllardır bu konuda çokça eleştirilenlerin yaptığı gibi dini istismar etti.
Seçim çalışmaları için geldiği Ordu’dan İstanbul’a dönerken Ordu havaalanında annesi ve babası ile birlikte VIP salondan geçerek uçağa binmek istedi. VIP listesinde olmadığı için geçemedi. Oysa VIP salonundan geçmenin hasreti içinde birisi olmadığını açıklasaydı, “gel VIP den geç” dense bile reddetseydi ve bu VIP hadisesini lehine çevirebilseydi olmaz mıydı?
Bir de o kızgınlıkla ve etrafındakilerin dolduruşuyla Valiye hakaret etti. Hakaret cümlesindeki bir kelime teknolojinin yardımıyla kısaltılarak yayınlanınca hakaretin katmerlisini ettiği algısı oluştu. Yandaş basın tarafından siyasi tuzağa nasıl düşürülebileceğini öğrenip ilk dersini aldı.
Seçim söylemlerinde “145 yıldır biz demokrasi için mücadele ediyoruz” cümlesini kurdu. 145 yıl önce Osmanlı padişahı sultan Abdülaziz tahttan indirilmiş, yerine 5nci Murat geçirilmişti. Bu olayı kast ettiği sanılınca ağır eleştirilere hedef oldu. “1nci Meşrutiyeti kastettim” şeklinde açıklama yapınca bu gaftan da sıyırdığını zannetti. Ama bilemedi ki “söz oka benzer, yaydan çıkan ok gibidir. Ne geri döndürülebilir ne de durdurulabilir”.
Oylar sayılırken, henüz mazbatasını bile almadan Anıtkabir e gidip anı defterine yazdıklarının altına "Başkan" unvanını kullanarak imza attı. Rakip adayın "kazandık" söylemine karşı olarak yapıldığı söylenen bu hamle yüzünden seçmen tarafından "Eeee, onlardan ne farkın kaldı ki" şeklinde eleştirilere maruz kaldı.
Elazığ-Malatya depreminde halka destek vermek için geçmiş olsun ziyaretine gitti. Ama oradan İstanbul’a dönmek yerine kayak tatili yapmak üzere ailesiyle palandökene gitti. Hem de depremden sağ kurtulabilenler çadırlarda soğuktan tir tir titrerken… Siyasi hayatının en büyük hatasını yaptı.
Başkan olunca, ona oy verenler haklı olarak ondan iş istedi. Ama o “liyakat” dedi. Oysa kendisinden önceki dönemde işe alınmış liyakatsizleri işten çıkarıp, kendisine oy veren liyakatsizleri işe alması gerekirdi. Ama yapmadı.
“Herkese eşit davranacağım” diye tutturdu… Ama kendi seçmeni ile rakibininkini eşit tutmadı. Şirin görünmek için rakip seçmene pozitif ayrımcılık yaptı. Hatta bir fetö iltisaklısını işe bile aldı. Eleştiriler olunca kovdu.
Hâlbuki kendisinden önceki dönemde liyakatsiz de olsa yandaşlar, liyakatliler işten çıkarılarak işe alınmıştı. Aklı sıra particilik yapmadı. Ama ahde vefa da yapmadı. Seçmenini elinde tutma becerisi gösteremedi.
Kar şartları İstanbul’u ve sakinlerini esir almışken, kriz merkezi kurup acil durum seferberliği başlatmışken, kalktı bir ülkenin büyükelçisi ile balık yemeğe gitti. Hem de İstanbullular kapanmış yollarda mahsur kalıp evlerine gidemezken.
Neymiş çok önceden planlanmış bir yemekmiş. Olabilir… Ararsın elçiyi, mazeretini bildirir ertelersin… Bide mobeselere yakalanıp afişe edilince, yemeğin hesabını vermesi gerekirken, yemeğe gidişinin görüntüleri basına servis edildi diye ortalığı ayağa kaldırdı. Hukuken haklı da olsa yaptığı yanlışı gölgelemeye çalıştı.
İktidar tetikçisi, Kabataş yalancısı, yandaş kalemşor ve Ekrem İmamoğlunu seçim döneminde PKK ile ilişkilendirmeye çalışan fetö yardakçısı ajanı yanında taşıyıp yanyana resim verdi. O resmin ne anlam ifade edebileceğini ve neye sebep olabileceğini göremedi. Aklı sıra o ve onun gibilerden medet umdu. Çok sayıda kişi bunu yadırgadı. Yadırgama düzeyindeki eleştiriler için basın danışmanı Murat Ongun, "Medyanın kendi içindeki tartışması. Topu topu 200-300 kişi, önemsemiyoruz" dedi. Bedelini İBB Sözcülüğü makamından alınarak ödedi.
Tepkiler büyüyünce, İmamoğlu bu defa eleştirenleri küçümseyerek cevap verdi: “Vız gelir tırıs gider” dedi. Sonradan sadece “Vız gelir tırıs gider” dediği için özür diledi. Ama kaş çıkarayım derken göz çıkardı.
Son numarası ve hatası ise bir futbol kulübünün başkanı ile polemiğe girmesi oldu. Ezeli rakibinin renklerini içeren kravatı takıp o kulübün yeni seçilen divan başkanı olan Uğur Dündar’ı tebrik etmeye gitti. Hediye ettiği kitapta ziyaret ettiği takımın aleyhine yazılmış şeyler vardı. Gaf üstüne gaf yaptı! İstanbullu taraftarların tepkisini topladı. Bu durumu eleştiren Ali Koç’a birde aşağılama içeren öyle bir cevap verdi ki hepsinin üstüne “tüy dikti”.
Bindirdikleri yüzünden hep yanında duranları otobüsünden indirdi.
Anlayamadığı şey hangi ülkede ve hangi milletle birlikte yaşıyor olmasıydı. AB ülkeleri değil burası. Her coğrafyanın normalleri ile anormalleri farklıdır. Burası Türkiye. Bizde siyaset farklı yapılıyor ve siyasetçilerden beklentiler bambaşka.
Seçmene rağmen hiçbir şey yapılamayacağını bilemedi. Büyük acemilik yaptı. Siyasi iletişim biliminin kurallarına aykırı davrandı. Umut olacak, her şeyi çok güzel yapacak diye beklerken, içinde bir türlü bastıramadığı kibri ve hırsı yüzünden kendisini de partisini de kendisine inananları da hayal kırıklığına uğrattı.
Bundan sonra da ağzıyla kuş tutsa nafile...
Reis olma hayali de siyasi istikbali de bitti.
Şimdi Kemal Bey kılıcı çekti ve ilk başkanlık seçimi mitingini yaptı. Bakalım o ne yapacak da gözden düşecek diye yerinde gözü olanlar sıraya girdi bile…
Vallahi sıkıldık şu adaylık savaşlarından da gaf dolu yanlış çabalarından da...
Artık bu ülke, GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK gibi bir duruşu, bir vicdanı, bir dirayeti, bir dürüstlüğü, bir mütevazılığı, icraatlarında şeffaflığı, sadece işiyle ve halkının tamamının derdiyle dertleneni, halkını tanıyanı, nerede duracağını ne konuşacağını ne konuşmayacağını bileni, ciddiyet ve liyakat sahibi saygın bir devlet adamını görse olmaz mı?
Olur! Hem de bal gibi olur…
Yavaştan yavaştan vereceğim birkaç isim de var aslında… Çok da güzel olur…