28 Ocak 2022 Cuma Saat: 09:33
Dünyanın her tarafında kendi iradeleri ve ortak kararları ile çocuk sahibi olmayan aileler dışında çocuk sahibi olan ve çok istemesine rağmen çocuk sahibi olamayan aileler bulunmakta. Söz gelimi bir tarafta farklı motivasyon ve nedenler ile çocuk sahibi olmak isteyen ve kendilerine bu lütuf bahşedilenler diğer tarafta ise belki yıllarca çocuk sahibi olamadıkları için tedavi gören ve her yolu deneyen aileler. Bilindiği üzere şu sıralar birçoğumuzun görmek ve duymak istemediği hatta tahayyül dahi edemediği kadar sayıda çocuk şiddete maruz bırakılıyor hatta ölüm kelimesi ile yan yana ismini dahi anamayacağımız şekilde öldürülüyorlar. Çocuk sahibi olmak isteyen ancak olamayan çiftler; haberlerde veyahut çevresinde bu haberleri duyumsayıp; iç çekiyor ve soruyor: “Neden bu canilerin çocukları oluyor da bizim olmuyor?” diye. Oysa gerçekten kıymetini bilen kişilerin çocukları olsa da sarıp sarmalayıp; onları dünyadaki tüm tehlikelerden koruyup kollayabilseler diye düşünmeden edemiyor insan. Aslında tüm insanlığın, geleceğin teminatı olarak görülmesi gereken “çocuğu” insanlardan değil ancak ve ancak çevre şartlarından ya da en fazla çocuğun kendisine verebileceği olası zararlardan koruması gerekir. Fakat ne yazık ki bu zihniyete ve toplumsal bilince ulaşmak mümkün olmamıştır.
Dünya üzerinde kabul gören pozitif hukukun tamamında ve yazılı hukukta çocuk korunmaya değer görülmüş ve bu hususa ilişkin olarak hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bununla birlikte Dünya üzerinde hiçbir mevzuat veyahut düzenleme yoktur ki bir sebep var olmadan spontane şekilde tanzim edilmiş olsun. İşte tam da maalesef çocuğa yöneltilen ve şiddet olarak kabul edilebilecek tüm eylemlerin varlığı nedeniyle tüm ülkelere paralel olarak ülkemizde de gerek caydırıcı gerekse koruyucu hukuki düzenlemeler yapmıştır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 6. Maddesinde çocuk: “Henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi” şeklinde tanımlanmıştır. Bahsi geçen kanun maddeleri irdelendiğinde birçok maddede suçun çocuğa karşı işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilmiş ve suçun basit haline kıyasla kanun koyucu daha fazla ceza verilmesini düzenlemiştir. Örnek vermek gerekirse Türk Ceza Kanunu Md. 86’da mevcut bulunan Kasten Yaralama suçunun nitelikli hali olarak düzenlenen “Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı” işlenmesi durumunda ceza yarı oranında arttırılmaktadır. “Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı” ifadesinde kanun koyucu her ne kadar tüm mağdurları içine alacak şekilde geniş anlamda düzenleme yapmış olsa da mevcut düzenleme çocuklara karşı işlenen kasten yaralama suçunun da daha fazla cezalandırılması gerektiğini öngörmüştür.
Ama bilinmelidir ki Mahatma Gandhi’nin de dediği gibi: “Kanunlara dayanan adli muhakemelerden daha büyük bir muhakeme vardır ki bu da her kişinin kendi vicdanıdır.” Bu satırları okuyan kişilerin ekseriyeti şahsında; dünyanın en masum varlıkları olarak aksinin düşünülmesi mümkün olmayacak şekilde çocukları görmektedir. Şahsım adına bu hususta herhangi bir duraksama mevcut değildir. Ancak yine de durup düşünmemiz gerekir öldüğünde melek olduğu düşünülen çocuklara ölüm bir yana en küçük zararı vermeyi dahi düşünen herhangi bir insanın nasıl vicdanı olabilir? Vicdanı olan herhangi biri sahip olduğu vicdanın sesini ne şekilde susturup da çocuklara nasıl zarar verebilir? Çocuklara yöneltilen bu şiddet eylemlerinden haberdar olup da sessiz kalmayı seçmek elbette kolay değil ancak tüm imkânsızlıklara rağmen; bir çocuğu yaşatmak, bir çocuğu büyütmek, bir çocuğun yetiştiğini ve etrafına umut olduğunu görmekten daha çok insana ne mutluluk verebilir? Bir düşünelim istedim.