17 Eylül 2020 Perşembe Saat: 10:47
Masal, TDK sözlüğünde: “Genellikle halkın yarattığı, ağızdan ağza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, olağanüstü kişilerin başından geçen olağan dışı olayları anlatan bir öykü türü” şeklinde tanımlanır. Tamamıyla hayal gücü ürünüdür. Gerçekle organik bir bağ söz konusu değildir. Masallarda genellikle iyilik-kötülük, doğruluk-haksızlık, adalet-zulüm, alçakgönüllülük-kibir gibi zıt durumların temsilcisi olan kişilerin mücadeleleri vardır. Yer ve zaman kavramları belirsizdir. Masallarda bir eğitim amacı saklıdır ve bu yönüyle didaktik (öğretici) bir nitelik taşır.[1]
Ama nasıl bir öğreti sunar? Ya da öğretilerin etkileri ve sonuçları nedir? Masallar, kuşaktan kuşağa aktarılırken her dönemin ruhuna göre şekillenen, her dönem barındırdıkları fikir ve ideolojiler üzerinden çeşitli okumalara açık çok katmanlı yapılardır. Naifliği nedeniyle pek görülmez ama bazen tehlikelidir masallar. Çünkü hayal ürünü oldukları için tamamı yalandır. İşte bu yüzden günümüzde Masal ile Yalan aynı anlamla anılır. Halk arasında “bana masal anlatma” dendiğinde “Yalanlarınla kendini kurtarmaya çalışıyorsun ama ben yemem” demektir.
Güncel yaşamda o kadar çok yalan veya aldatmaca ile yüz yüzeyiz ki neredeyse gerçekliğin yerini aldılar. Artık yalanları gerçek gibi, gerçekleri de yalan gibi algılıyoruz. Bunda çocukluk dönemlerimizde bize anlatılan masalları gerçek sanarak içselleştirmemizin büyük önemi var.
“Benlik felsefesi” ni ileri süren Yunanlı filozof Protagoras, ”İnsan her şeyin ölçüsüdür” demiş. O halde “İnsanın ölçüsü” nedir? Bu soru, bizi çocukken ilk referans kaynağı olarak dinlediğimiz masallara götürür. Fark etmesek de yaşama dair ilk kodlarımızı masallardan alırız. Büyüyünce masalın kendisini unutsak dahi bizde yarattığı etkisi ömür boyu sürer.
İnsan ve Toplum, Kişisel Gelişim, Kültür ve Toplum kategorilerinde eserler yazmış bir yazar olan William Lowell Randall’ın dediği gibi “yaşanmakta olan hayat, anlatılan hayattan ayrılamaz.” Yani bize anlatılan ve gösterilen hayattan başka bir hayatı bilemediğimizden, başka bir hayatı yaşamayı talep etmek aklımızın ucundan bile geçmez.
İnsanlık tarihinde toplumsallaşmanın gerçekleşmesiyle birlikte masalın işlevi de değişti. Böylece masal içeriği ve biçimiyle döneminin egemen değerleriyle yoğrulmuş bir anlatıya dönüştü. İdeolojinin ilk torna tesviyesi olarak toplumun giriş kapısındaki çocuk için her türlü düşünceye karşı bir propaganda ve aşılamaydı masallar. Bir anlamda masallar yaşanması telkin edilen yaşam formlarıydı.
Masal bir standartlar sistemi ve tahakküm aracıdır. Kimliğin, normların, yönlerin ve tanımların oluşturucusudur. Örneğin masallar kadın alt benliğine, erkeğe ve toplumun törelerine itaat tohumları ekerken; erkek alt benliğe de cesur, güçlü, zengin, yakışıklı ve kadına hamilik yapacak niteliklerle donanmış olma tohumlarını eker.
Büyüklerin sözlerini dinlemeyenlerin başına gelecekleri Kırmızı Şapkalı Kız masalında görebiliyoruz. Külkedisinde de mazlumluğun yüceltilmesini ve sonunda da ödüllendirilmesini görürüz. Ünlü filozof Theodor W. Adorno’ nun dediği gibi “Mazlumluğun yüceltilmesi, mazlumluğu yaratan sistemin de yüceltilmesidir.”
İtalyan Yazar Cesare Pavese’ ye göre “insan dünyayı eşyalar aracılığıyla değil, kelimeler, resimler ve masallar aracılığıyla tanır”. Masallarda görünen yüzeyin altında iletiler, gizli mekanizmalar, ustaca saklanmış beyin yıkama yöntemleri bulunur. Sınıflı ve hiyerarşik bir toplum gibi, egemenler ve ona itaat etmesi gerekenleri içerir. Gerektiğinde cezalandırıp ödüllendirir, kendi çıkarına olan ahlâkın adresini gösterir.
Özellikle klasik masallarda uyumun devamı için bolca alt kod bulunurken her zaman egemen anlayışa göre akort edilir. Daha çocukken masalsı olayları doğal görmeye şartlandırılırız. Bazen de kötülükler ve cezalarla korkutuluruz. Örneğin Bremen Mızıkacıları yaşlandığı için topluma yük olanların evden kovulacağını gösterir bize. Aynı durum Hansel ve Gratel için de geçerlidir. Kardeşlerin masalın sonunda alt ettikleri cadının hazinesiyle eve dönmeleri ve bu şekilde kabul görmeleri oldukça manidardır. Bu nedenle masallar eğitici olmaktan çok terbiye edici anlatılardır.
Masal, sahici dünyanın aklandığı uyuşturucu bir niteliğe sahiptir. Büyüsüyle toplumsal düzendeki garabetlerin üstünü örterken insanı avutan boş fantezilerin de doğumhanesidir. Sloven sosyolog Slavoj Zizek’in toplumsal teorisinde günümüz insanını “gerçekliğe fantezilerle tutunan bir varlık” olarak tanımlaması boşuna değildir. Zira sistem de kendini masallaştırarak zihinlere empoze eder. Kapitalizmin alametifarikası olan Amerikan rüyası buna örnektir.
Bilinci dumura uğratan bir yapısı vardır masalın. Öyle olmasa Pamuk Prenses’in isteği dışında öpülmesini romantik bulmayız. Veya çalışmanın kutsandığı Ağustos Böceği ve Karınca masalında ağustos böceğinin tembelliği nedeniyle açlıktan ölmesine göz yumamayız. Hem masala karşı duygusal yaklaşımımız hem de sözde adalet duygumuz pekiştiği için bunlara karşı körleşiriz. Çünkü masallar “herkes ektiğini biçer” türünden mesajlar içerir.
Masallarda bulutların ötesine uzanan saraylardan, şatolardan bahsedilir. Tesadüfü değildir masallardaki bu görkem ihtiyacı. Çocukları olduğu kadar büyükleri de en zaaflı yerinden yakalar. Şatafat içinde yaşamayı arzulayan insanların kökeninde bile bu büyülenme hali vardır. Masal ise bu arzunun yansımasından çok yaratıcısıdır.
Masal gerçeği hayal gibi yutturur bize. Büyülü harmonisinin altında haksızlıkları, sömürüyü, sınıfsal ayrımı, itaati ve daha pek çok kötücül durumu yaşamın değiştirilemez doğal hali gibi yansıtır bize. Öte yandan, masallar bireysel kurtuluşa endekslidir daima. Örneğin yoksul halk çocuğu bir dizi maceranın ardından hem kralın kızını alır hem de güce ulaşır. Bu da bize sınıflı toplumlarda her türlü aşk hikâyesi, sınıf atlama tespitini hatırlatır. Yeşilçam’daki “zengin kız fakir oğlan” dilemması da bunun bir türevidir.
Dünyayı değiştirmek istemez masal, aksine mevcut olandan yararlanmayı teşvik eder. Böylece dünyanın haksız gerçekliğinden kaçıyor gibi görünmesine rağmen daha fazla içine sokar bizi. Neden sorusuna cevap vermez masal, Nasıl sorusuna cevap verir. Zaten soruları yoktur masalın! Masallar hem gerçekte hem de mecazen mışıl mışıl uyutmak içindir. Masallarda mantık yoktur.
Tabii, sisteme muhalif masallarda mantık vardır ancak ideolojik alt yapısı incelendiğinde dehşete düşürecek Kırmızı Şapkalı Kız kadar yayılmasına izin verilmemiştir bunların. Toplumsal iktidarların genel ve harcıâlem doğrularını barındırmayan, muhalefet eden masalların yaşamasına izin verilmemiştir. Örneğin; İranlı yazar Samed Behrengi tarafından yazılan, ana fikri “Herkesin dediğine bakıp çizilmiş olan çerçeveden dışarı çıkamazsan yeni şeyler öğrenemezsin” olan Küçük Kara Balık masalı 12 Eylül'de Türkiye'de yasaklanmıştır?
Günümüzün masalları ise artık bize zorla izlettirilen bir şeydir çoğunlukla. Bunu ilk keşfeden Walt Disney olmuştur. Masalların sinemaya olduğu gibi aktarılması bir yana, dram türünden korku türüne dek pek çok sinema, masalın içerik ve biçiminden fazlasıyla etkilenmiştir. İnsan anlatılarla oluşturulan bir varlıktır artık. Bir formüle ve matematiğe dönüşen masal popüler sinema kılığında insanın özünü imal eden bir fabrikaya dönüşmüştür.
Masal tadındaki yalanlar ile çürük ideolojileri okuyup öğrenerek içselleştirmemek için kimileri çareyi ideolojisi çürük masalları hiç okumamakta arayabilir. Ancak izolasyon mümkün değildir. Okulda, sokakta, tv’de ve her türlü yazılı materyalde bu masallarla karşılaşacaktır çocuklar. Çoğu da içselleştirerek büyüyecektir. Masallar, kurmaca olanı hakikat gibi sunarak değil de hakiki olanı kurmaca olarak sunarak aldatır bizi.
Filozof ve felsefe profesörü Irwin Edman, Dünya görüşümüzün bile, yaratmış olduğumuz bir hikâye olduğunu belirtir. Psikiyatr ve Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung ise psikiyatri hastalarının kendi hikâyelerinden ayrılmış insanlar olduğunu söylüyor. Yazar William L. Randall, farklı bir hikâye oluşturabilirsek, farklı bir hayat da yaratabileceğimizi söylemektedir.[2]
Ben değil ama siz büyüklere, eskiye ve çocuklara özgü sandığımız masalları sadece kelimelerin gücüyle anlatmak, o büyülü dünyaların kapılarını size açmak isteyenler var. Televizyon ve internetin olmadığı zamanlarda âşıkların ve meddahların diyar diyar gezerek anlattığı masallar şimdi kentlere inmiş durumda. Her şeyin çok hızlı akıp tüketildiği bu tuhaf zamanlarda, gerçek hayatta yaşadıklarımız; masallarda, mesellerde (atasözlerinde), mitlerde (halk öyküsü) anlatılan o olağanüstü zamanlara adeta rahmet okuturken hem de! [3]