10 Eylül 2020 Perşembe Saat: 10:26
Türk Dil Kurumu sözlüğünde, “hamaset” kelimesinin iki anlamı var. “Yiğitlik, kahramanlık, cesaret” ve bu yazının da konusu olan “Dinleyenleri etkilemek veya heyecanlandırmak amacıyla yapılan abartılı anlatım”. Yani “abartı ile etkilemek” dir. Hamaset yapma davranış biçimine de “Hamasi davranış” denir.
Hamaset içinde bulunulan olumsuz veya hiç olmamış durumların, olumlu veya var olduğuna ya da olumlu veya olmuş durumların, olumsuz veya hiç olmamış olduğuna toplumları inandırmak için yapılan bir abartı, bir yanıltmadır. Zayıfın güçlü, güçlünün zayıf olduğuna inandırılmaya çalışılması gibi. Günümüzde yaşanan sosyal, ekonomik ve politik ortam, insanları gerçeklik duygusundan uzaklaştırabiliyor. Gerçeklikten uzaklaşan toplumların da hamasete inanmaları oldukça kolay oluyor.
Hamaset her şekil ve alanda yapılabiliyor. Özellikle sosyal platformlarda yapılan gerçeklikle bağdaşmayan ama gerçekmiş gibi yayınlanan görüntü ve ifadelerin geneli bu kapsamdadır. Paylaşımlara bakınca herkesin arabası var, herkes çok geziyor, herkes zengin, herkesin mutluluk fotoğrafları var, herkes her gün mangalda ızgara kuzu pirzola veya balık yiyor. Tek biri de fakir, arabasız, mutsuz, aç ve gezemeyen olduğuna dair bir paylaşım yapmıyor. Zannedersiniz ki herkes “Alice Harikalar Diyarı’ nda” yaşıyorlar. Buna “Sosyal hamaset” deniyor.
Hamaset siyasiler tarafından da çokça yapılabiliyor ve bu anlaşılabilirdir. Hem iktidar hem de muhalefet birbirilerinin savlarına zıt yönde hamaset yapılabiliyor. Oy devşirmeye yönelik politik hamasetleri eleştirmeye bile gerek yok. Buna da “Siyasi hamaset” deniyor.
Bir de “Hamaset edebiyatı” var. Halk arasında “Vatan, Millet, Sakarya” edebiyatı diye bilinen “milliyetçi-tarihsel edebiyat” tır. Tarihi olay ve kahramanlıkların anlatıldığı edebi eserlerde bazen gerçekte olmamış olaylar bir vakaymış gibi veya gerçekte hiç var olmamış kişiler de bir kahramanmış gibi anlatılarak milliyetçi ideolojiyi benimsemiş toplumlara hamaset yapılabiliyor.
Aynı şekilde, anti-milliyetçi cenahta da hamasetin yapıldığını, işe yaradığını ve sevildiğini görüyoruz. Dünyada artan ve giderek etkili olmaya başlayan hamaset edebiyatı ile kitleleri kandırmayı ve uyuşturmayı başarabiliyorlar. Hatta hamasetlere inananlar ve inanmayanlar arasında kutuplaşma yaratılarak taraflar konsolide edilebiliyor. Yani hamaset ideolojik ise taraftar devşirmek amaçlı yapılıyor.
Oysaki her rejimdeki ülke ve milletin tarihinde kahramanlık, başarı ve başarısızlık hikâyeleri vardır. Başarıları anlatıp başarısızlıkları duymamazlıktan ve görmemezlikten gelmek de doğal ve anlaşılabilirdir. Ama bir dizide Osmanlı Padişahi II. Abdülhamit’ in İngiliz elçisine tokat atma sahnesi ile yapılmaya çalışılan hamaset, bizatihi II. Abdülhamit’ e karşı yapılmış bir saygısızlıktır. II. Abdülhamit tüm kararlarını akılcı, stratejik ve diplomatik yolları kullanarak alan zeki bir padişah olarak biliniyor. II. Abdülhamit’e o tokatı attırmak emperyalist ülkelere karşı duyulan kızgınlığın giderilmesine yönelik bir hamaset gibi görünse de aslında “elçiye zeval olmaz” ve “kapından içeri giren kan davalında olsa misafirperverliğini göster” ahlâkını ve kültürünü benimsemiş bir millete yönelik sinsice yapılmış bir karalamadır.
Hamaset edebiyatı, bilinçsiz ve bilgisiz toplumlarda daha da etkilidir. İnsanlar gerek tarihleriyle gerek liderleriyle ve gerekse yetiştirdikleri kahramanlarla doğal olarak övünmeyi severler. Ancak hamaset edebiyatı, milliyetçilikle bağdaştırılamaz. Zira milliyetçilik olgusu içi boş ve kuru olmayan, belirli temellere dayalı gerçekçi bir düşünce sistemidir. Hayal ürünü değildir. Hem Türk hem de Atatürk milliyetçiliği ile karşılaştırdığımızda günümüzde yapılan hamaset edebiyatının milliyetçilikten ziyade bir “paralel ideoloji” ve “taklit” olduğunu görürüz.
İnsanların çoğu hamasetleri sorgulamıyorlar maalesef. Hatta apaçık ve gerçek dışı olduğunu bilseler de hoşlarına gittiği için inanmak eğilimindedirler. Tıpkı eski model bir aracın direksiyonunda iken kendini dünyanın en yeni, en hızlı ve en güzel aracının içinde hissetmek gibi.
Hamasetler beklentileri karşılamaya yönelik olduğundan algıyı etkiler. Toplumların beklentilerine, ruhsal yaralarına, gururlanmalarına ve mutluluklarına yönelikse başarılı olur ve amacına ulaşır. İnsanoğlu gerçeklerden acı duymak yerine hamasetin rüzgârı ile hayal ürünü verilere inanıp mutlu olmak ister.
Örneğin; ABD ordusu onca gücüne rağmen Vietnam’da ağır bir yenilgi alarak hezimete uğradı. 58 bin askeri hayatını kaybetti. Ölmeden ülkelerine dönen askerlerin çoğu ya intihar etti ya da psikolojik tedavi gördü. Ülkede geniş bir sivil toplum hareketi ile savaş karşıtı hareketlerin başlamasına neden oldu. Toplumda oluşan özgüven kaybını azaltmaya çalışan ABD’de Vietnam ile ilgili onlarca savaş filmi yapıldı. Birçoğumuz hatırlarız. “Rambo” filmleri de bunlardan biriydi. Rambo öylesine donanımlı bir Amerikan komandosuydu ki devasa ABD ordusunun yapamadığını tek başına yapabiliyordu. Yüzlerce düşman askerini enterne edebilen, her türlü işkence ve acıya dayanabilen, yakın dövüşte hiç yenilmeyen, her silahı ve aracı kullanabilen, attığı bir okla helikopterleri bile düşürebilen yeteneklerle donatılmış bir kahramandı. Amerikalılar çok sevdi bu kahramanı ve Rambo’ nun filmlerdeki başarılarıyla Vietnam incinmesini atlatıp gururlandı. Sonra, ABD nin Afganistan’da Rus destekli Afgan hezimeti gerçekleşti. Bu sefer de bir başka filmle Rambo’ yu Afganistan’a gönderip orada Rusları yendiler.
Benzerini biz de yaptık. Çuval olayının üzüntüsünü gidermek için dört kişilik ekibiyle Polat Alemdar’ı bir filmle Irak’a gönderdik. İntikamımızı alarak kendimizi avuttuk. Rahatlayıp mutlu olduk. Göğsümüz kabardı.
Yıllarca Karaoğlan, Malkoçoğlu ve Tarkan çizgi romanları ve filmleri ile ABD den önce kahramanlar yaratıp yazdığımız başarı senaryolarıyla gururlandık, mutlu olduk. Oysa tarihimizde çok büyük yararlar sağlamış onlarca isimsiz kahraman ve şehidimiz var. Ama o kahramanların o dönemlerde yazılı biyografileri olmadığından, ne adları ne de kahramanlık hikâyeleri bize aktarılamadı. Bizde yerlerine kendi adlandırdığımız kahramanları ve yazdığımız hikâyeleri koyduk.
Hamaset mutlu eder. Beklentileri karşılar. Ama tamamıyla bir gerçek dışılıktır. Çünkü ne ABD’nin Vietnam’daki hezimetini ve oradan kaçışını ne de çuval olayının gerçekliğini ortadan kaldıramadı. Hamaset edebiyatı yapılan filmleri kabaran göğüslerimizle tıpkı başında tencere kapağı, bir elinde baklava tepsisinden kalkan, bir elinde odun baltası ile çocuğunun at başlı tahterevallisine oturup seyreden insanlar gibi izleyip gururlandık, mutlu olduk.
Eğer aşısı bulunamazsa, pek yakında, covid mikrobunu yeryüzünden kazıyan bir hamasi kahramanlık filmi de izlerseniz hiç şaşırmayın. Biz yapmazsak, ABD kesin yapar. Hatta bu kahramanın adı “Covidman” bile olur.
Hamasetin bunca başarılı olmasının temelinde hamaseti yapanların hamasilik yeteneklerinden ziyade hamasete inanan insanoğlunun beklentileri yatmaktadır. Beklentiler ne kadar güçlü ise hamaset de o kadar başarılı olur.
Hamaset avutur, düşünce ise uyarır. Gerçeklik, eleştirel düşünce ile başlar. Eleştirel düşüncenin olmadığı yerde, teslimiyetçilik belirleyici hale gelir. İnsanların gerçek sorunları konuşmak ve çözmek yerine, gerçekdışı başarıları konuşması ve değerlendirmesi sağlanır. Bütün sorunların, ancak, sistemin izin verdiği sınırlar içerisinde konuşulup tartışılabildiği bir ortamda, kişilerin ve toplumların her şeyden önce gerçek sorunlar etrafında birleşmeleri insani sorumluluklarının gereğidir.
Günümüz dünyasında toplumlar, inançların, düşüncelerin, tercihlerin, politik-ekonomik ve etnik çıkarların hizmetine girdiği bir dönemden geçtiği için, karşı karşıya bulundukları sorunların bilincinde değiller.
Düşünme yeteneğini kaybeden toplumlar, yeni sorular sormadıkları için yeni sorunları teşhis edemezler. Var olan olumsuzlukları kabullenip değiştirme ihtiyacı duymazlar. Aslında her insan, hamaset yapmak yerine toplumu uyarmalı, eleştirmeli ve onlara hakikati söylemelidir. Bunun günümüzdeki ifade şekli ve gelişmiş toplumların da yükselen değeri “şeffaflık” ilkesidir.
Gerçekler karşısında eleştirel bir tavır almak ve zor sorular sormak yerine, olumsuzlukları hamasetle çözebileceğimizi düşünmek kadar büyük bir kolaycılık olamaz. Kolaycılığı seçen bir kültürde yaşamak, her türlü bayağılık ile her an karşılaşmak demektir.
Hangi kültürde, hangi toplumda olursa olsun, toplumsal düşüş ve toplumsal çürüme, kolaycılığı seçmekle başlar. Hamaset de insanoğlunu kolaycılığa iter. Gerçekleri kabullenip çözüm yolları aramak ve çözmek yerine gerçeği değiştirip avunmaktır hamaset. Tıpkı “Aç tavuk kendini darı ambarında sanır” atasözünde verilmek istenen ana fikirdeki gibi.