21 Şubat 2020 Cuma Saat: 09:01
Bu yazı bir yerden alıntı değildir.
Adalet bölümünü okuyan bir sade vatandaş olarak Anayasa ile güvence altına alınan mahkemelerin bağımsızlığı ilkesinin çiğnendiğine, hakimlerin dahi kararlarını verirken hukuk neyi gerektiriyor sorusuna cevap bulmaktan ziyade, acaba iktidar kararımızı nasıl karşılar endişesiyle karşı karşıya kaldığına şahit oluyoruz.
Adalet Mülkün Temelidir. Ve bu yazı tüm mahkeme salonlarında hakimlerin arkasındaki duvarlarında yazılıdır. Hakimler gücünü sadece bu yazının verdiği anlam ve sorumluluktan alır. Adalet.
Zira doğrudur, mülk devlettir. Devletin temeli adalettir...
Ve devlet, adalet temelinde yükselir.
Deprem bölgelerinde görürüz. Temeli sarsılan, temel direkleri çatlayan binalar öncelikle yıkılır, ya da zarar görenler boşaltılır. Zira artık o bina güvensizdir.
Adalette aynıdır.
Adalet zedelenirse, adalete olan güven yara alırsa devlet yara alır, güven azalır.
Mahkemeler kararlarında bağımsızdırlar, kimse emir veremez ve emir de almazlar.
Anayasa ile mahkemeler ve hakimler kararlarında güvence altına alınmışlardır.
Anayasanın 138.maddesinde:
Mahkemelerin;
1-Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verdikleri.
2-Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremeyeceği; genelge gönderemeyeceği; tavsiye ve telkinde bulunamayacakları.
3- Yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, net bir şekilde ifade edilmiş, mahkemeler ve hakimler kararlarında Anayasal güvenceye alınmıştır.
Hakimlerin kararlarını verirken tek bir kritere bağlı karar verirler oda “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm vermek“ başka hiçbir şey kararlarına etki edemez. Ne adalet bakanı, ne Hakimler ve Savcılar Kurulu ne iktidar ne muhalefet ne de Cumhurbaşkanı.
Bunlar Anayasa ile güvence altına alınmış yargı ve mahkeme bağımsızlığı yani olması gerekenler,
Şimdi bugüne gelelim….
Olması gerekenin değil, olunması istenenin sergilendiği günümüze…
Herkesin bilgisinde olan Gezi Davası…
Ağır Ceza Mahkemesi ki bir başkan olmak üzere 3 hakimden oluşur. Kararı tek hakim almaz, 3 kişiden oluşan hakimler alır. Mahkeme tüm sanıklar için Beraat kararı verdi.
Peşinen söyleyeyim. Beraat kararı doğru ya da yanlış değerlendirmesi yapmayacağım. Zira ne benim ne de bir başkasının bu değerlendirmeyi yapmaya ne hakkı ne de yetkisi var.
Beraat kararı Gezi olaylarını masumda suçlu da yapmaz. Yargılananlar için bir hüküm ifade eder. Şayet yargılananların gezi olaylarında o ekrana yansıyan olumsuzluklarında bir dahli yoksa mahkeme yargılananlar hakkında beraat verebilir. Bu mahkemenin takdiridir ve karar gerekçesinde de belirtilir.
Ayrıca bilmeyenler için hatırlatmakta yarar var, mahkemenin beraat kararı kesin bir karar değil. Bu kararla yargılananlar için dava bitmiş anlamına gelmiyor. Beraat kararlarına bir üst mahkeme olan istinaf mahkemesine itirazda bulunacaklar. İstinaf mahkemesi Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararını doğru bulmaz ve kararı bozarak yargılananlar hakkında mahkumiyet kararı verebilir, ya da mahkemenin kararını doğru bularak onaylayabilir.
İstinaf mahkemesi Ağır Ceza Mahkemesinin kararını bozsa da onaylasa da mahkeme kararı yine de kesinleşmeyecek. Zira istinaf mahkemesinin kararına karşı Yargıtaya da temyiz başvurusu yolu açık.
Ağır Caza Mahkemesinin Gezi Davası sanıkları hakkında verdiği beraat kararının hukuka uygun bir karar olup olmadığını iki ayrı üst derece mahkemesinde önce istinaf mahkemesinde akabinde de Yargıtay da değerlendirilecek. Yargılama tamamlanmış değil…
Ve Türk yargısının 3 ayrı derecesinde, Ağır Ceza Mahkemesi, İstinaf Mahkemesi ve Yargıtay değerlendirmeden geçen dava konusu olay hakimlerimiz tarafından “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verilerek” nihai olarak verilen ve kesinleşen karara da Anayasamızda belirtildiği şekliyle Yasama ve yürütme organları ile idare, uymak zorundadır.
HAKİMLER VE SAVCILAR KURULUNUN MAHKEME VE HAKİMLER ÜZERİNDEKİ DENETİM YETKİSİ MAHKEME KARARLARINI ETKİLEYEÇEK ŞEKİLDE MÜDAHALE NOKTASINA GELMİŞTİR.
Hakimler ve Savcılar Kurulu 13 üyeden oluşmaktadır:
Adalet Bakanı,
Adalet Bakan Yardımcısı,
Cumhurbaşkanınca seçilen 4 üye,
TBMM ’ince seçilen 7 üye olmak üzere.
Toplam 13 Üye…
Cumhurbaşkanının aynı zamanda İktidar partisinin genel başkanı olduğu ve partisinin her Salı grup toplantısında siyasi konuşma yaptığı dikkate alındığında, Hakimler ve Savcılar Kurulunun tüm üyelerin İktidar Partisinin Genel Başkanının bilgisi ve talebi doğrultusunda belirlendiğini söylemek yanlış olmayacak.
Adalet Bakanını ve bakan yardımcısını Cumhurbaşkanı tarafından bu görevlere atanıyor, 7 üyeyi TBMM meclisi tarafından Cumhurbaşkanının iktidar çoğunluğunu elinde bulunduran Cumhurbaşkanın partisi seçiyor, geri kalan 4 üyeyi de Cumhurbaşkanı doğrudan seçiyor.
Uzatmanın bir anlamı yok. Hakimler ve Savcılar Kurulu üyeleri Cumhurbaşkanı yada Ak Parti Genel Başkanının bilgisi ve talebi doğrultusunda seçiliyor demek yanlış olmayacaktır.
Gezi davasında Mahkemenin tüm sanıklar hakkında berat kararı vermesine iktidar kesiminde ağır eleştirilerin gelmesinin hemen sonrasında Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), Gezi Parkı davasında beraat kararı veren mahkeme heyeti ile ilgili harekete geçerek HSK Birinci Dairesi, Mahkeme Başkanı Galip Mehmet Perk, üye Ahmet Tarık Çiftçioğlu ve Talip Ergen hakkında inceleme ve soruşturma izni vermesi mahkemelerin ve hakimlerin bağımsızlığına dolaylı bir müdahaledir. Zira dava bitmemiştir.
Ağır ceza mahkemesinin kararı bir üst mahkeme olan istinaf mahkemesinde tekrar hukuki değerlendirmeye tabi tutulacaktır.
Hakimler ve Savcılar Kurulu kararı veren ağır ceza mahkemesi üyeleri hakkında soruşturma başlatarak dolaylı olarak verilen kararın yanlış olduğu ve hakimlerin hatalı karar verdiği izlenimi yaratmakta bir nevi devam eden ve nihai olarak kesinleşmemiş İstinaf ve Yargıtay da görülecek olan dava hakkında bu mahkemelere de ”ağır ceza mahkemesinin verdiği karara katılmıyoruz bilginiz olsun “ anlamına gelen dolaylı bir uyarı verilmektedir.“
TÜRK MAHKEMELERİ VE HAKİMLERİMİZİN KARARLARINA GÜVENMEK VE YARGI SÜREÇİNE SAYGI GÖSTERMEK ZORUNDAYIZ.
15 Temmuz sonrasında FETÖ terör örgütünün en fazla nüfus ettiği ve zarar verdiği yapının Türk yargısı olduğu bir gerçektir. Son 3 yıl içinde yargı camiamız tasfiye ağırlıklı bir temizlenme sürecine girmek suretiyle yargıya olan güven tesis edilmeye çalışılmış ve bugüne gelindiğinde önemli ölçüde olumlu mesafe alınmıştır.
Mahkemelerimizin verdiği ve özellikle iktidar kanadı tarafından ağır eleştiriler alan kararlar sonrasında Hakimler ve Savcılar Kurulunun devam eden ve yargı süreci kesin olarak tamamlanmamış olan kararları veren mahkeme üyeleri hakkında soruşturma başlatması Türk yargısının iyileşme sürecine zarar vermekte mahkemelerin kararlarına müdahaleye varan etki yaratmaktadır.
Şayet ilk derece mahkemesinin kararında bir hukuki yanlışlık varsa bunun denetim ve düzeltilme yeri yine hukuki kuralları kapsamında üst derece mahkemelerdir, Hakimler ve Savcılar Kurulu değil.
Mahkemeler ve hakimler yanlış karar de verebilirler. Bu yargılamanın doğasında olan olağan bir durumdur. Bu nedenledir ki ilk derece mahkemelerin bu tür davalarda kararları kesin olmayıp istinaf ve temyiz denetimine tabi tutulmakta, ilk derece mahkemelerinin kararlarında hukuki bir yanılma ve yanlış bir karar tespitinde gerekçesiyle karar düzeltilmektedir.
Adalet sistemimizi düzenleyen hukuk kuralları ilk derece mahkemelerinin kararlarının bir üst mahkeme tarafından bozulması ya da düzeltilmesi karşısında ilk kararı veren ilk derece mahkemeleri hakimlerini sorgulama yada kararları hakkında kınanma hakkını kimseye vermemektedir.
Siyasi günden oluşturan ve iktidar kesiminin ağır eleştirilerine konu olan her mahkeme kararları sonrasında Hakimler ve Savcılar Kurulunun iktidarın eleştirilerine paralel olarak kararı veren mahkeme hakimleri hakkında jet hızıyla soruşturma başlatma kararı alması da Hakimler ve Savcılar Kuruluna bağımsız mahkemelere iktidarların düşüncelerine bağımlı olarak müdahale eder bir görüntü vermesine neden olmaktadır.
Bırakın adalet kendi yasal mekanizması içinde yolunu bulsun.
İlk derece mahkemelerinin kararlarının doğru ya da yanlışlığının denetimi ne iktidar ne de muhalefetin görüşleridir. İstinaf ve temyiz mahkemelerinde adalet mülkün temeli sözüne sırtını dayamış olan hakimlerimizin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre verecekleri kararlardır. Mahkemelerimize ve hakimlerimizin kararlarına güvenmek“Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verdiklerine” inanmak zorundayız. İlk derece mahkemesinin kararında bir hukuki yanlışlık varsa bu yanlışlığın yine yargının kendi içinde istinaf ve Temyiz aşamasında üst derece mahkemeler tarafından düzeltileceğine güvenmek zorundayız. Özetle Türk Mahkemelerine ve Türk Hakimlerine güvenmek, yürütme ve yasama organları olarak da Anayasa gereği yargı kararlarına uymak zorundayız.
Unutmayalım. Hakim ve savcıların cübbelerinin düğmesi yoktur. Bu terzinin unuttuğu bir ayrıntı olmayıp adaleti tesis eden hakim ve savcılarımızın bağımsızlığının en bariz sembolüdür. Hiç bir makam ve şahıs karşısında kararlarının alınmasında etki altında olmadığını ifade eder. Kimse karşısında önünü iliklemez. Anayasa kurallarıyla güvence altına alınan, sorumluluğu ve tarafsızlığı giydiği cübbe de dahi ayrıntısını bulan hakimlerimize güvelim.
Unutulmasın ki Türk Devletine ve adalete bağlılık yemini etmiş olan her hakim ve savcı kararlarına müdahale edilmediği, siyasi baskıyı üzerlerinde hissetmediği sürece en doğru ve en adil kararı verecektir…