7 Şubat 2020 Cuma
Umudu attım arabamın arkasına, İstanbul’dan bembeyaz bulutları aşarak geldim memleketimin semalarına. Memlekette memleket hani, fındık ağaçları denize nazır bahçeli evlerin yamaçlarında halay çekiyor. Giresunlu amcam sıkılmış uçsuz bucaksız Karadeniz’in hırçın dalgalarını izlemekten, dönmüş sırtını denize, yan yatmış kafasında kasketiyle bir dere gibi, Ordu’dan Giresun’a Giresun’dan Orduya akan trafiği gözlemekte.
Şehrin içine süzüldükçe azalıyor özlem. Gazeteciler bulvarının içinden Bahriye Üçok caddesine, Fidangör’ün sonundan Menekşe sokak. Ve Taşbaşı kilisesine bağlanıyor yolum. Yağmur çiseliyor hafiften, Tabya başında üç bacı ıslanıyordur şimdi. Evimin yolunu tutayım diyorum, lakin bırakmıyor hayat. Eve dönüş yol üzerinde dosta rastlıyorum, bir fincan kahve eşliğinde Orduyu konuşuyoruz. Yollar hala berbat çamur çorak sokaklar. Sızlanıyor da sızlanıyor insanlar…
Olsun be! memleketin yolları çamurluda güzel. Birkaç ay uzak kalınca daha iyi anlıyor insan. Olumsuzluklarını görmezden gelebiliyor hasret gittiğine. Bir süre sonra sıradanlaşınca hayat, başlayınca şehrin içinde yaşam telaşı…
Memleket işte adı üstünde her şeye rağmen eksikleriyle, yoksunluğuyla bile güzel, gurbette memleketten yoksun kalmaktansa.
Sıkıntın mı var? Dert ettiğin şeye bak. Dön yönünü Boztepe’ye yasla sırtını Karadeniz’e bir türkü patlat. Ne gam kalsın. Ne de tasa. Daha olmadı atla arabaya Çambaşı’ndan Mesudiye’ye kadar yolun var. Çek ciğerlerine kuru ayazı ve soğuğu.
Nazım’ı düşün, Sabahattin Ali’yi ve memleket hasretine yenik düşen diğerlerini, ama umutsuzluğa sakın düşme derim. Memleketinde isen senden mesudu yok derim.