Mehmet Ziya Odabaş

 YETİŞTİRME YURDUNDA BÜYÜYEN ASİYENİN HİKÂYESİ

9 Ocak 2020 Perşembe Saat: 10:25

“Asiye dalgın” diyorlar. Altı yaşındayken saçlarını nasıl taraması gerektiğini kendi öğrenen bir kız çocuğu, elbette dalgın olacaktır…

“Asiye suskun” diyorlar. Susmayıp da ne yapacaktım; bana,”ceddin deden, neslin baban” diye marşlar öğreten öğretmenlerime, yetiştirme yurdundaki ranzalarda okuduğum Didem Madak şiirlerinden bahsedemeyeceğime göre…

“Asiye hırçın” diyorlar. Simsiyah sokak kedilerini benden başka besleyen, benden başka sevip okşayan kimse yok buralarda…

“Asiye yalnız” diyorlar. Canımdan öte bilip, bağrıma bastığım tek arkadaşım öldü. Yalnız kalmamak için yapmacık dostluklara, yalanlı dolanlı arkadaşlıklara ihtiyaç duymuyorum, hepsi bu…

“Asiye karamsar” diyorlar. Kazım Koyuncunun şarkılarını dinleyip, ne bileyim, feminizm üzerine bilgiler edinip mesela, sonra da tecavüz edilen bebeleri duyumsamak ülkemde…

Asiyeyim ben; dalgın olan, suskun olan, hırçın ve yalnız olan Asiye. On sekiz yaşındayım. Üniversite sınavlarına hazırlanıyorum. Yurttan ayrıldım; şimdi bir öğrenci evinde kalıyorum.

Yetiştirme yurtlarında büyüyen kızlarla evlenmenin sevap olacağını söylemişti bir televizyon yorumcusu. O gün bugündür televizyon seyretmiyorum! Şiir yazmak mutlu ediyor beni. Solgun dizeler biriktirdim ömrüme; solgunluklarıma tutunarak soluklanıyorum…

Çıkma tekliflerini reddettiğimde, “sen yurt kızısın, psikolojisi bozuk hepinizin” deyip, bana posta koyduğunu sanan sevgili adayları, ödevlerimde bir hata olsa, “anne yok, baba yok tabi, neyse” deyip, bendenize tepeden bakan öğretmenlerim, “bir gün, tek başıma bir tiyatro oyununa gideceğim” dediğimde, “sana devlet baktı, ama senin gözün dışarıda” deyip, beni kınayan komşular, yazmamın bir heves değil, bir yaşam biçimi olduğunu anlattığımda, “yat kalk başımızdakilere şükret; size iş de veriyorlar” deyip, benden uzaklaşan akranlarım; hepiniz kötüsünüz!

“Asiye dalgın” diyorlar. Slyvia Plath da dalgındır ben gibi; Tezer Özlü, Nilgün Marmara… Dalgın olmasam niye şiir yazayım ki…

“Asiye suskun” diyorlar. Şiir defterimle dertleşiyorum; bir de annemin ve babamın olduğu, ama benim olmadığım o bir tanecik siyah beyaz fotoğrafla…

"Asiye hırçın” diyorlar. Kendini bildi bileli küçücük bir Karadeniz şehrinde yaşayıp da, Mardini görmek için can atan, Çingenelerin yaşamına hayranlık duyan, matematiğe çalışırken, birden durup, “kendimi iyice geliştireyim de, yurttaki çocuklara şu denklemleri anlatayım” diyen ben, izin verirseniz hırçın olayım bana kibirlenenlere, küstahlaşanlara, beni can olarak görmeyenlere!

“Asiye yalnız” diyorlar. Çok param olsun, şiir kütüphaneleri kuracağım yetiştirme yurtlarına, mahpushanelere, köy okullarına ve gidip oralara, şiir okuyacağım ben gibi çekmişlere, incitilmişlere, hor görülmüşlere…

“Asiye karamsar” diyorlar. Gülten Akın yazmış ya bir şiirinde, “ah kimselerin vakti yok/ durup ince şeyleri anlamaya”… O şiir nasıl sonlanır bilir misiniz; “bir gün birileri öte geçelerden/ıslık çalar yanıt veririz”… Benim karamsarlıklarımı dinlemek isterseniz, ıslık çalınız efendim…

Asiyeyim ben; suskun olan, dalgın olan, hırçın ve yalnız olan Asiye. On sekiz yaşındayım. Kendi elini kendi tutan bir kızım; kendi yüreğini kendi bilen bir kız…

Şiir okuyacağım şimdi simsiyah sokak kedilerine; hoşça kalınız…

alıntıdır