Mehmet Ziya Odabaş

ATATÜRKÜ ANLAMAK

1 Ağustos 2018 Çarşamba Saat: 10:22

Çevremde Atatürk'ü seven birçok genç gördüm.

 

Çok fazla..

 

Atatürk'ü severken "Kemalizm"i benimsemeyeni gördüm.

 

Atatürk'ü sadece komutan olarak sevip değer vereni de gördüm.

 

Atatürk’ü çok sola koyanı gördüm.

 

Çok sağa koyanı gördüm.

 

Başbuğ diyeni de gördüm.

 

Ulu Önder olarak göreni de..

 

Gerçekten düşüncelerini anlayanı da gördüm, anlamayanı da..

 

Mümkün olduğunca herkese sordum : “ ‘Gençliğe Hitabe’yi okudun mu? ” diye.

 

Okumamış olanı hiç görmedim.

 

Sonra tekrar sordum ve soramadığım kısımlarda da gözlemledim.

 

Gençliğe Hitabe'yi abartı bulan, beğenmeyen, "Ya tamam, Atatürk'ü seviyorum ama Gençliğe Hitabe pek bana göre değil. " diyen tek bir kişiyi görmedim!

 

Neden taktım bu kadar Gençliğe Hitabe’ye?

 

Çünkü ortada bir yanlışlık var.

 

Bir uyuşmazlık.

 

Bir tezatlık!

 

Kablo elektriği iletmiyorsa kopukluğun nerede olduğunu tespit etmemiz gerekir, en azından sorunun nerede olduğunu tespit etmek için..

 

Sorun şu ; Gençliğe Hitabe ‘yi okumuş kesimin "umursamaz" , "duyarsız" yaklaşımı

 

Bir daha okuyalım, hatta irdeleyelim hitabeyi.

 

“Ey Türk Gençliği!”

 

-Yani biz!

 

"Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir."

 

-Yani Atatürk'e göre Türk Genci, bu görevi hayatındaki önem sırasının en tepesine koymalıdır.

 

"Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır."

 

- Varlığımızın sebebinin bu olduğunu ve bunun en değerli hazine olduğunu söyleyip, "değerli" olan bir şeye de gayet doğal olarak sahip çıkmak isteyeceklerin olacağını söylüyor.

 

En önemli kısımlara geliyoruz!

 

"Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir."

 

Diyor ki bize, Bu ülkeyi ve değerlerini savunmak zorunda kalırsan, bahanelere sığınma, "müsait değilim" deme.

 

Ben demiyorum, Mustafa Kemal diyor!

 

"İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.

 

Kalelerin zaptedilmesi, orduların dağıtılması, iktidarın ihaneti..

 

Yoruma gerek var mı?

 

Nokta atış!

 

"Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir."

 

Yoksulluk, darbeler, son olarak Ergenekon tertibi.

 

Nokta atışa devam!

 

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

 

Ulus devlet kavramını bilmeyenler, ya da ulus devlet kavramı işine gelmeyenler "asil kan" a takılabilir, takılsınlar.

 

Ama her kötü şartta bile hedefinden zerre sapma diyor sana!

 

Bu yazıyı okuyan Ey Türk İstikbalinin evladı,

 

şimdi hızlıca tekrarlayarak söylediklerinle yazılanları birleştir.

 

kendince soru- cevap filizlendir!

 

“Keşke şimdi Atatürk olsaydı , bize yol gösterseydi. ” dedin.

 

O ne dedi?

 

"Sakın kurtarıcı bekleme; yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım."

 

Diyelim ki tehlikenin nereden geleceğini , nasıl ve ne şekilde olacağını göremedin.

 

"Onu da kendileri fark etsinler canım." demedi !

 

“İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.”

 

”Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir”

 

Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.”

 

diyerek detaylıca anlattı sana.

 

Senin için!

 

Bu şartlar gün be gün gerçekleşirken, bunların farkında olup da mücadele etmek için konumunun, zamanının müsait olmadığını söyleyenlere de bir çift sözü vardı Ulu Önder’in:

 

"Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir”

 

"Ya abi o zaman başkaymış bu zaman başka, adamlar çok güçlü nasıl başa çıkacağız?” diyenlerin olacağını da bildi,

 

davanın "umut" ve "inanç" tan besleneceğini de.

 

O sebepten silkeledi seni varlığıyla ve haykırdı! :

 

"Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"

 

Şimdi soruyorum:

 

En ufak bir eksiklik boşluk var mı?

 

Bir de şöyle düşünün;

 

Farz edin, Mustafa Kemal yaşıyor fakat hasta.

 

Hatta hapiste gibi.

 

Anıtkabir'de ve o sütunlar O'na parmaklık olmuş. Kaldığı yer de koğuş!

 

Fakat O’nun koğuşunun yanında başka koğuşlar var,

 

başka düşüncelerden başka insanların olduğu.

 

Ve Atatürk bunları söylüyor , onlar da alaycı üslupla yanıtlıyorlar.

 

Konuşma aynen şöyle :

 

- Ya kim kendi keyfini bozup da bunları yapar, nerede yaşıyorsun sen? Bitti artık. Sen ve düşüncelerin demode oldu demode! Herkes unutacak seni! Kim savunur, kim inanır sana şu devirde?! Hem zaten hükümet, polis, asker de seninle aynı fikirde değil.

 

- Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır."

 

- Bunları yaptıkları anda "Terörist" muamelesi göreceklerini kestiremiyor musun, olsalarda olmasalarda? Korkmayacak mı, ödün vermeyecek mi? Devlet bile bunu yapıyorsa ben ne yapabilirim ki , demeyecek mi?

 

-Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.’ diyecek.

 

- E hapse atıldığında korkmayacaklar mı sanıyorsun Mustafa Kemal? ! Çıkmaya çalışacaklar, ülkesi yerine kendini düşünecekler, çıkmak için o gaflet delalet hıyanet üçgeninden aman dileyecekler!

 

-Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.

 

- Bunu istemeyecek de neyi isteyecek?

 

-Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’

 

- Ne yani senin şimdi Türk gençliğinden anladığın bu mudur?

 

-İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”

 

- O zaman seninle bir iddiaya girelim. Nasıl olsa hep buradayız. Bizzat görelim kimin haklı çıkacağını. Enteresan yani, ümitlisin de gençlikten..

 

-Bütün ümidim gençliktedir!

 

İşte bu hikayenin sonu bizde.

 

Mustafa Kemal'in güvenini boşa çıkarmamak da,

 

Onu ele güne mahçup etmek de.