BÜYÜK GÖÇ

Erol KARAER2017-03-10 10:20:18

 

Selanik Limanı civarında, sıra sıra kurulmuş çadırlarda binlerce insan kaderlerini, yeni yaşamlarını bekliyorlardı…

            Rumeli Mübadilleri endişe içinde idiler… Korkuyorlardı… 500 yıl yaşadıkları vatan topraklarını, evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardı. Bundan sonraki yaşamlarını nasıl sürdüreceklerdi? Kader onlara gelecekleri için nasıl bir yol çizmişti. Bilmiyorlardı…

            Çadır kentin etrafı tellerle çevrilmişti. Esir kampı gibi bir yerdi.  Kampın dışına çıkmak yasaktı, tecrit edilmişlerdi. Tellerin dışındaki ve içindeki silahlı Yunan askerleri mübadilleri baskı ve kontrol altında tutuyorlardı. Selanik şehrini merak edip, şehri dolaşmak için çadır kamptan kaçan bazı gençler yakalanıp tekrar geri getirilmiş ve cezalandırılmışlardı.

                Yaşanan esir hayatına, yaşadıkları yerin pisliği de katılınca bulundukları yer yaşanmaz bir hale gelmişti. Çamur ve çöpler, yetersiz tuvaletler, banyo ve diğer temizlik imkanlarının sınırlı olması yaşamı daha da zorlaştırıyordu. Su ve yemek yeterli değildi. Yunan askerlerinin günde iki kez dağıttığı çorba insanların karnını doyurmuyordu. Çocuklara süt bulunamıyordu. Hasta ve yaşlı insanlar için yeterli doktor ve ilaç yoktu.

                Kuruoğulları sülalesinden Abdurrahman oğlu Nazif Efendi, karısı Ümmügül, 12 yaşındaki kızı Firdevs ve 7 yaşındaki oğlu Yusuf’ da yaklaşık bir aydır onları Samsun’a götürecek vapurun gelmesini bekliyorlardı. Yanlarındaki çadırlarda yakın akrabaları ve komşuları vardı. Yunanistan’ın kuzey batısındaki ( şimdiki adı Ptolemiya ) Kayalar İlçesinin Uçana köyünden kısmen trenle, çoğu zaman kafile halinde Yunan Askerlerinin kontrolünde yürüyerek bir haftada Selanik şehrine, bu çadır kampına gelmişlerdi. Bir süre önce Yunanlı yetkililer,  tüm köy halkını köy meydanında toplamışlar, kısa bir süre içinde Yunanistan’ı terk etmelerinin gerektiğini söylemişlerdi.  30.Ocak 1923 tarihinde Türk Hükümeti ile Yunan Hükümeti arasında yapılan Mübadele Antlaşması gereği Rumeli topraklarında yaşayan Müslüman Türkler Anadolu’ya gidecekler, Anadolu’da yaşayan Ortodoks Rumlar ise Anadolu’dan ayrılıp, Türklerin bıraktıkları bu topraklara geleceklerdi. Yunan yetkilileri böyle anlatmışlardı. O nedenle Selanik limanındaki kampta Türk Vapurlarının gelip kendilerini almalarını bekliyorlardı.

                Yaklaşık bir ay bu çadırlarda yoksulluk içinde, yarı aç yarı tok, yetersiz sağlık koşullarında yaşamak zorunda kaldılar. Hayatlarının nasıl değiştiğini, güzel günlerinin ve varlıklı yaşamlarının ellerinden nasıl alındığını, çalındığını, sebep olanlara beddua ederek anlatıyorlardı birbirlerine. Gidecekleri topraklarda kendilerini nelerin beklediğini tartışıyorlardı. Çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Bu topraklarda yüzlerce yıl yaptıkları, bildikleri işleri, rençberliği gidecekleri yeni topraklarda da nasıl uygulayacaklardı? Çoluk çocuklarının karınlarını nasıl doyuracaklardı? Üzüm bağları, buğday, arpa, meyve ile uğraştıkları bu topraklardan ayrıldıktan sonra gidecekleri Anadolu topraklarında aynı imkânları bulabilecekler mi? Tüm bu sorular cevapsızdı, bir muamma idi. Endişeli ve umutsuz idiler.

                Son yıllarda bu topraklarda yüreklerin kaldıramayacağı kadar acılar yaşamışlardı. Evleri yıkılmış, ana babaları, çocukları, kardeşleri öldürülmüş, işkenceye maruz kalmışlardı. Ancak sevindikleri bir husus vardı. Gidecekleri topraklarda aynı dili konuşup, aynı bayramları birlikte kutlayacakları, pek çok ortak duyguyu paylaşacakları insanlarla birlikte olacaklardı. Başlarına neler gelecekse gelsin, gidecekleri yerlerde nelerle karşılaşırsa karşılaşsınlar her sıkıntıyı beraber göğüslenecekler, paylaşacaklar ve çözeceklerdi. Artık soydaşları ile beraber olacaklardı

                Bu umut yinede doğup büyüdükleri toprakları, analarının babalarının mezarlarını unutturamıyordu. Bunca yıl yaşamlarını sürdürdükleri evlerini, bağlarını bahçelerini, su içtikleri çeşme başını unutturamıyordu.

                Ve Gülcemal Vapuru Kayalar’ lı  Mübadilleri alıp Samsun’a oradan da Ordu’ya götürmek için Selanik limanına yanaştı. Yatak, yorgan, kap kacak tüm ev eşyaları yavaş yavaş vapura yüklenmeye başlandı. Bazı çiftçiler ve zanaatkarlar büyük, küçük baş hayvanlarını, aletlerini, kazma ve küreklerine kadar her şeylerini götürmeye çalışıyorlardı. Geldikleri köylere göre sıra ile bindiler vapura. Gülcemal Vapuru insanla, eşyalarla doldu.  Bazıları sonraki vapur ile gelmek üzere limanda bırakıldı. Bazı aileler parçalanmıştı. Yavrusunda ayrılan analar, babasından ayrılan çocuklar ağlaşıyorlardı…

                Gülcemal vapuru demir aldı. Süzüle süzüle Selanik limanından ayrılmaya başladı. Güvertede toplanan Mübadiller Selanik’e son defa bakıyorlardı. Abdurrahman oğlu Nazif Efendi kızı Firdevs ile oğlu Yusuf’u kucağına alarak son bir defa Selanik’e baktılar. Atalarının ve dedelerinin ve kendilerinin yaşadığı bu toprakları bir daha görmeleri mümkün olur mu diye düşündüler. Sessizce dökülen gözyaşlarına bazen hıçkırıklar karışıyordu. Kuruoğulları Sülalesinden Abdurrahman oğlu Nazif Efendi ve yakınları için yeni bir dünyada yeni bir yaşam başlıyordu artık.

                Nazif Efendi gözyaşlarını silerken dudaklarından bir Selanik Türküsünün sözleri dökülüyordu.

                 Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı

            O bizim kavuşmalarımız a yarim, mahşere kaldı

            O bizim kavuşmalarımız a yarim, ahrete kaldı. 

 

                        *                              *                          *

         Türk toplumu Osmanlının son yüzyılında Balkanlarda, Rumeli’n de unutulmaz acılar yaşadı. Dostluk ve kardeşlik duygusunu yaşamak yerine, düşmanlık ve nefreti egemen kılmaya çalışanların istedikleri oldu hep. 30 Ocak 1923 de Lozan’da Yunanistan ile yapılan “Türk – Yunan Nüfus Mübadelesi” antlaşması, Rumeli’ndeki Türklerin 500 yıllık yaşamı için bir son nokta oldu. Yunanistan’ın çeşitli bölgelerinden 465 bin Müslüman Türk Anadolu’ya göç etti 

                Bu günü anlamak için ara sıra tarihimize bakmak gerekiyor.

( Bu yazı rahmetli Mali Müşavir Rüştü Demirel tarafından kaleme alınıp Ordu Değişim Gazetesinde yayınlanmıştır. Bazı şeyleri anlamak için tarihe bakmak gerekir diyen merhumu tekrar rahmetle anıyoruz. Erol Karaer )

 

Anasayfa