Geçtiğimiz yazıda genişçe anlattığımız, Selâhaddin ERDEM Hocamızın cenazesi için gittiğimiz Mesûdiye'de vakit öncesi vaazını, orada ilk gidişte câmi görevli odasında tevâfuk edip tanıştığımız, Diyânet TV'deki DİYÂNET'E SORALIM programında dînî sorulara verdiği kısa, net, pratik cevaplarıyla bildiğimiz, DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Mehmet KAPUKAYA hocamız yaptı. *İNSAN FÂNÎ, ÖLÜM ÂNÎ* Daha sonra vakit ve cenâze namazını da kıldıran hocamız vaazına Mülk Sûresi ilk âyetleriyle başladı. Bilhassâ; ELLEZÎ HALEQAL'MEVTE WEL'HAYÂTE Lİ'YEBLÜWEKÜM EYYÜKÜM AHSENÜ AMELÂ= ÖYLE Kİ; ÖLÜMÜ ve HAYÂTI HANGİNİZ DAHA GÜZEL İŞLER YAPACAĞINIZ HUSÛSUNU İMTİHAN ETMEK İÇİN YARATTI bölümü üzerinde durarak; "Bakınız ölüm ne kadar tabiî bir şey. Allâh ÖLÜM ile HAYÂTI yanyana zikretmiş. Bunlar birbirine o kadar yakın ve içiçe." *HAYATLA ÖLÜM KARDEŞ* Bu, ayrıntı gibi görünen husus çok esprili geldi bize. Evet; aynen de öyle: ÖLÜMLE HAYÂT KOLKOLA. Nitekim, bu cenazeden önce gelirken Akpınar'da uğradığımız cenâzede merhum Sâmi amcamızın oğluna sorduk: - Sinan Hocam; babanızın rahatsızlığını falan duymamıştık, ne oldu, nasıl oldu? Hayr'ola!... - Hocam; hiçbir şeyi yoktu babamızın. Akşam namazını kıldıktan sonra; " - Bana şöyle güzel bir çay yapın!" diyor; çayı içerken de eli sağ tarafa devrilip rûhunu teslim ediyor! *BİRİ SABAH, BİRİ AKŞAM; İKİSİ DE NAMAZ SONRASI* Selâhaddin Hocamız da öyle. Kendisiyle yakînen görüşen ve cenâzeye Ordu'dan âilece gelip katılan Süperkent Mescidi din görevlisi arkadaşımız Gürel VARICI Hocamızın verdiği bilgiye göre hocamız Mesudiye ARMUTKOLU Köyü'ndeki evinde sabah namazını kılıyor ve 500 m kadar yukarıdaki kendisine âit arı kovanlarının yanına gidiyor. Oradayken birden fenâlaşıyor. Mesudiye’ye inene kadar da yolda teslîm-i rûh eyliyor. *BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ* Evet; durum bu. KAPUKAYA Hocamızın dediği gibi Hayat ve Ölüm, Mülk Sûresi'nde geçtiği gibi yanyana ve insana bu kadar yakın. Sonuç; BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ! Rabbimiz hüsn-i hatîmeler nasîp eylesin. Mesele bu. Her iki mevtâmıza da bu anlamda, Rahmeti gazâbını geçtiğini ve hatta kendi üzerine Rahmeti yazdığını defâatle ifâde eden Mevlâmızdan mağfiretler niyâz ediyoruz. Âmîn... *ED'DÜNYÂ; MEZRAATÜL'ÂHİRE* Dünyâ âhiretin tarlasıdır. Burada hazırlık gereklidir. Hazırlıksız gidenler pişman olacaklar, dönmek isteyecekler ama bu mümkün olmayacak. Nitekim; MÜ'MİNÛN SÛRESİ'nde Rabbimiz Teâlâ Hazretleri şöyle buyuruyor: **RABBİM; BENİ GERİ GÖNDER DE!...* ﴾99-100﴿ Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, “Rabbim! Beni geri gönder de, geride bıraktığım dünyada iyi işler yapayım” der. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Önlerinde, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır. ﴾101﴿ Sûra üflendiğinde artık ne aralarında akrabalık bağları kalacak ne de birbirlerine soru sorabilecekler! *ÇOK ÜZÜLECEKLER AMA, ARTIK NÂFİLE* Meâlleri DİB Kur'an Yolu Tefsîri'nden aldığımız gibi, açıklamaları da Hocamızın anlatımıyla berâber buradan harmanlama sûretiyle sunuyoruz. “Onlar”dan maksat, özellikle öldükten sonra tekrar dirilmenin imkânsız olduğunu savunan inkârcılardır. Fahreddin er-Râzî’ye göre böyleleri, ölümleri esnasında (veya zayıf bir görüşe göre âhirette cehennemdeki yerlerini görünce), aslında geri dönüşün imkânsız olduğunu bilseler de, sırf inkârcı olarak bu dünyadan göçmelerine üzülüp pişman oldukları için bu duygularını ve ümitsizliklerini ifade etmek üzere bu şekilde yakarırlar (XXIII, 119-120). *GERİYE DÖNÜŞ ya da TENÂSÜH MEVZÛBAHİS DEĞİL* 99-100. âyetler, temeli eski Hint dinlerine ve Eflâtun felsefesine kadar uzanan, zaman zaman günümüzde bile bazı kişiler ve sözde ilim adamları tarafından savunulan reenkarnasyon (tenâsüh) inancını açıkça reddetmekte, böyle bir dönüşe asla izin verilmeyeceği belirtilmektedir. *BERZAH, KABİR HAYÂTINI İFÂDE EDER* Sözlükte “engel, ayırıcı, aralık” anlamına gelen berzah kelimesinin buradaki anlamı, kabir hayatı da denen, ölümle başlayıp yeniden dirilme vaktine kadar sürecek dönemi ifâde eder. Berzah kelimesi, –biri dünya hayatının son bulduğuna, diğeri âhiret hayatı için yeniden dirilmenin gerçekleştiğine işaret olmak üzere– iki defa üflenecek olan iki sûr arasında geçecek süre olarak da açıklanmıştır (Taberî, XVIII, 53; Şevkânî, III, 562). *101. ÂYET; AKRABÂLIK, SORU ve SORGU'NUN CİDDİYETİ* Burada, Âhirette akrabalık bağlarının işe yaramaması, oradaki adaletin mutlaklığını ve kusursuzluğunu, insanların birbirlerine soru soramaması da âhirette verilecek hesabın dehşetini göstermektedir. *GELELİM KABİR HAYÂTI ve AZÂBI'NA* Kimileri KABİR HAYÂTI, dolayısıyla KABİR AZÂBI YOK! diyor. Onlara aldırmayın. Aslâ îtibâr etmeyin. Onlar EHL-İ SÜNNET VEL'CEMAAT vâkıasının dışında kalanlardır. Kabir Azâbı haktır. Bu konuda yüzlerce Hadîs-i Şerîf vardır. En bilineni; "“Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” [Tirmizî, Kıyâme 26] “ hadîsidir. Efendimiz SAV bunu söylüyor. Ameli sâlih olanlar cennette yaşıyormuş gibi rahat, sâlih olmayanlar da cehennemdeymişçesine sıkıntılı olacaklar kabirlerinde. *30 SENE EVVEL BÖYLE SORULAR YOKTU* Soruyorlar; KABİR AZÂBI KUR'AN'DA VAR MI? diye. Son 30 senedir başladı böyle sorular. Yurt dışında, özellikle İngiltere'de akademik çalışmalar yapan kimileriyle geldi bu aykırı sorular. Hepsi değil elbette; etkilenmeyip, duruşunu bozmayanlar da var ama bunlar daha çok sansasyon yapıyor. *HERŞEY KUR'AN'DA OLUR MU?* Cenâze için namaz kılın diye doğrudan bir emir yok aslında. Ama, mesele şöyle: Efendimiz SAV bir münâfığın namazını kıldıracaktı. Hz. Ömer (ra) îtiraz etti. Sonra Efendimiz SAV bekledi ve; "Ve onların arasından ölen hiç kimsenin namazını kılma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah ve resulünü inkâr ettiler ve yoldan sapmış olarak öldüler." ﴾Tevbe 84﴿ âyeti gelmesi üzerine de kılmadı. *ZİKRİ KUR'AN'DA, TATBÎKİ EFENDİMİZ (SAV)'DE* Demek ki, Kur'an'da zikri var olup târifi olmamasına rağmen Efendimiz SAV in uygulamasında var. Hattâ biz sünnet olarak Efendimiz SAV den daha fazlasını yapmalıyız. Meselâ O günâhı yokken, günde 100 defâ tevbe-istiğfâr ettiğini ifâde buyuruyor. *SÜNNETSİZ ÜMMET OLMAZ* O zaman; sünnet düşmanlarına îtibâr etmeyeceğiz. Kimi insanlara kolay geldiği için îtibâr ediyor olabilirler. Yâni, sünnet düşmanlarının sözlerine inanırlar. Keyiflerine uygun gelebilir. Biz ÜMMET olarak EHL-İSÜNNETVEL'CEMAAT'ten ayrılmayalım inşâllâh. *HOCAMIZ NOKTAYI KOYDU* Hocamız çok yerinde ve mantıklı bir açıklama yaparak noktayı koydu. Doğrusu, hocamızın vaazını verdiği bilgiler ve tarz olarak beğendik. Hem tabiî, hem bilgilendirici, hem de uyarıcı. Hattâ İbrâhim YÜKSEL Hocamız dönüş yolunda; *VAAZ DEDİĞİN BÖYLE OLMALI* dedi ve biz de aynı kanaatimizi ızhâr ettik. Allâh CC hocamızdan râzı olsun ve de gerek ülkemiz, gerekse âlem-i islâm ve gerekse insanlığın hidâyeti adına sayılarını çoğaltsın. Âmîn. *KABİR AZÂBI TARTIŞMASI ANLAMSIZ* Bu arada, acizâne biz de ötedenberi hep, KABİR AZÂBI konusunun tartışılıp insanların gündemi hâline getirilmesini çok anlamsız buluyoruz. Var veyâ yok; değişen ne? Yoksa; tamâmen yokluk mu söz konusu? Sonrası da mı yok yâni? Sonrası varsa başını tartışmanın mânâsı ne? Neyi hâlletmiş oluyoruz ki? *ASLÂ ÎTİBÂR ETMEMELİ* Diğer yandan; zaman dediğimiz şey zâten göreceli. Dünyâ ölçülerine vurulmaz. Allâh de, emrine uy; onun gayretinde ol. Gerisi azmış-çokmuş, kabir azâbı varmış-yokmuş. Bunlarla vakit kaybetme. Gerek fert, gerekse millet ve de ümmet olarak enerjini tüketme. İşine bak. Meselelerin çok. Boşa geçirecek vaktin yok! *BİR DE ESKİLERİ BEĞENMEZLER* Diğer yandan, bir de bunlar; eski medreseler ve kudemâyı fıkha dâir lüzumsuz meseleleri tartışmakla itham ederler. Gelgelelim kendileri burada, kabir azâbından kurtaracak amelle meşgûl olması gereken insanları, hiçbir meseleyi çözmeyen, hattâ kördüğüm hâline getiren hususlarla oyalarlar. *BU SORULAR İNCE İŞÇİLİKTEN KAYNAKLANIYOR* Son yıllarda böyle kıyı-köşe meselelerin ön plâna çıkarılıp devamlı ihtilaf körüklenmesi tesâdüf değildir. Bize göre de bu sıradışı, kafa karıştıran, diğer ifâdeyle ezber bozan sorular; EHL-İ SÜNNET KALESİ'nde gedik açma, insicâm ve kuvvetini bozma gâyesine mâtuf, mâsum, objektif bir bilimsel çaba gibi gözüken bir ince, sinsi işçiliğin eseridir. *OYUNA GELDİKLERİNİN FARKINDA DEĞİLLER* Bu hocalarımız bilimsellik ve de bir şey bulmuş, bir yanlış düzeltiyormuş çocuksu heyecânı adına oyuna geldiklerini farkedemiyorlar. Bu ve benzeri tartışmalar neyi hâllediyor Allâh aşkına?! Sâdece ihtilâflar ve sürtüşmeler, ayrışmalar; daha da kötüsü dinden uzaklaşmalar çoğalıyor. Bu karmaşa aybı da güç kaybından başka birşey intâc ettirmiyor. *BÎGÂNE MÜSLÜMANLAR, VİRÂNE COĞRAFYA* Bugün İslâm Dünyâsı'nda, kendi dünyasına ve meselelerine bîgâne bunca gürûhun oluşması tamâmen bu her tarafta, her dînî, kültürel, siyâsî, akademik sahalarda uygulanan sinsi, ince işçiliğin netîcesidir. Rabbimiz Ümmet-i Muhammed'e basiret ve ferâsetler ihsân buyursun. Âmîn... Sözü daha fazla uzatmadan bir duâ cümlesiyle bitirmeye çalışalım. *HAKK'A İTTİBÂ, BÂTILDAN İCTİNÂB*' Rabbimiz bizleri Hakk'ı hak bilip Hakk'a ittibâ ve bâtılı bâtıl bilip ondan ictinâb edebilen uyanık müslümanlardan eyleyip, Gazze ve Doğu Türkistan başta olmak üzere tüm mazlumların kurtuluşu hedefi etrâfında kenetlenen, böylelikle görevini yapmış olmanın huzûruyla Mevlâ'sının huzûruna çıkma lütfuna mazhar olan kullarından olmaya muvâfık ve muvaffak kılması niyâzıyla Rabbimize yalvarıyor, *NAMAZ, ABDEST; ÎMÂN, CENNET* ikisi de namaz sonrası ve en büyük îmân sigortası abdestle berâber teslîm-i rûh eylediklerini varsaydığımız büyüklerimize sevdikleriyle Efendimiz SAV in komşuluğunu lûtfetmesi, bizleri de onlara katması ümîd ve temennîsiyle Eymür'den cümleye sevgiler-saygılar sunuyoruz sevgili dostlar wes'selâm...