Allah, insanı yalnızca kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır. Yani bu dünyaya gönder işimizin tek sebebi ve gayesi Cenabı hak hake kulluk yapmaktır ve bu yaptığımız kulluk karşılığında ya cennet ya da cehennem vardır.
Kulluk, Cenâb-ı Hakkı tanımak, O'na gönülden bağlanmak, inanıp iyi işler yapmak demektir. Kul olmanın özü, Rabbimize severek ve isteyerek itaat etmek, ihlas ve samimiyetle ibadete sarılmaktır.
Kalbin, Allah’ın emirlerine karşı itaatkâr olması da bir başka güzelliktir. Bu güzelliğin tezahürü, belirtisi, nişanesi, ispatı ise ibadettir.
İnanmış,iman var iman etmiş ama İbadet olmadan hiçbir şey olmaz.
Bir iyiliğin karşılığında bir insana teşekkür etme kişi kendinde borç hissediyorsan ki ediyor, çünkü insanlığın gereği bunu gerektiriyor.
Peki bizleri yoktan var eden yüce Allah’a bunca nimete karşı karşı şükretmek teşekkür etmek bir nezaket şekli olması gerekmezmi?
Ne kadar nankörlüktür. Bu gerçekten abesle iştigaldir. Bütün dünyayı bütün varlığı ve 18 bin âlemi Yüce Rabbimiz yaratacak,ve hizmetine sunacak,Allahın iradesi ve isteği olmadan bir nefes bile alamayacaksın!
Yok ben Allah’a inanmıyorum, ben ateistim, ben çocukluğumdan bu zamana kadar namaz kılmadım veya bu zamana kadar kıldığımı hatırlamıyorum. Bir de bir eğlenme söylem günümüzde yayılmaya başladı, ben diyanetin imamların peşinde veya camide namaz kılmıyor.
Senin Rabbin Allah,peygamberin Hz Muhammet (sav) efendimiz ise
Niyet ettim Allah’ım yalnız ve sadece senin rızan için namaz kılmak için derken sizler namazı imam için mi kılıyorsunuz?
hani meşhur bir söz söz vardır: Eğri oturup doğru konuşmak sözü, Ne kadar abes ve anlamsız bir ifade ediliş şeklinde ise; Biz bizler bu ibret konusunda kesinlikle eğri oturmayacağız doğru oturup doğru konuşacağız, eğri çivi doğru hedefine girmez bahane aramayacağız. doğruların yeri cennet, erlerinin hedefi şaşıranların yeri de cehennemdir
Peki beyler. Sizleri bir (sülp)ten yani yani sudan yaratan Mevlaıza karşı bir teşekkür, yani bir kulluk yapmamız gerekmiyormu?
Vede bunu yaparken ve yaşarken Kulluk ispat ister, icraat ister. Allah'tan başka tüm sahte ilahları reddetmeden Allah'a kul olunmaz. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Zariyat suresi 56.da. Yüce Allah’a Kulluk etmek insanın fıtratında ve yaratılışındaki tek amaç tek hedef ve gayesi gereği yapılması gerekir.
Allah bir kulunu nasıl sever?
Sabırlı, adaletli, temiz, cömertkullarını sever. Tembel, cimri, kafir, hain, zalim kullarını sevmez. Bu çalışmada Allah (c.c.)'ın sevdiği ve sevmediği insan tipleri Kur'ân-ı Kerim ışığında ele alınmıştır.
“Bazı insanlar, kendilerine namaz, oruç gibi dinin emirleri hatırlatıldığında “İyi ama benim kalbim temiz!” diyerek, Allah’ın emrettiği farzları yerine getirmekten kaçıyorlar. sizler bu kalbi hangi deterjanı yıkadınız acaba? Peki kalp nasıl temiz olur ve bu söylem ve eylem yeterli midir?
Bazıları, kalp temizliğini sadece, insanlar hakkında bir kötülük düşünmemek, yahut yardımsever olmak gibi çok basit bir mânâda anlıyorlar.
Bununla da kalmayıp, insanlara iyi davranmakla, Allah’a ibadet mükellefiyetinden kurtulduklarını zannediyorlar. Bu, şeytanın bir desisesi, nefsin bir oyunudur.
Hidayet rehberimiz, Peygamber Efendimiz’den (asm) bir Hadis-i Şerif: Kulun işlediği güne kalbini karartır buyurmaktadır
“İlk kez bir günah işlendiği zaman kalpte bir kara leke hâsıl olur. Eğer sahibi pişman olur tövbe, istiğfar ederse kalp yine parlar.”
Bu Hadis-i Şerif’ten temiz ve selim kalbin, ancak günahlardan salim olan ve isyanlarla kararmamış bir kalp olabileceğini öğreniyoruz.
Hiç kusura kalmayın ve kesinlikle yok öyle bir şey benim kalbim temizlemekle bu iş olmaz,olamaz zaten. Mizanda, zerre kadar iyilik de kötülük de tartılacak. Biz, “kalbimiz temiz” diyerek nefsimizi baş köşeye oturtup başkalarının günahlarına bakacağımıza, kendi noksanlarımızla ilgilensek ve onları tamamlamaya gayret göstersek o gün daha kârlı çıkarız. Biz o âlemde, başkalarının hatası nispetinde değil, kendi sevabımız miktarınca derece alacağız. Başkasının noksanlığı bizi yükseltmeyecek. Bu dünyada bile onun misallerini yaşamıyor muyuz!?.. Bir meyveye elimiz erişmediği zaman, ayağımızın altına bir şeyler koyuyor ve ona ulaşıyoruz. Yoksa, boyu bizden daha kısa olanlara bakmakla midemize bir şeyler gitmiyor.
Bu Hadis-i Şerif’ten temiz ve selim kalbin, ancak günahlardan salim olan ve isyanlarla kararmamış bir kalp olabileceğini öğreniyoruz.
Farzlar te’vil kaldırmaz. Onlarda yanlış yorum yapmaya ve hakikati saptırmaya kimsenin hakkı yoktur. Allah emretmiş, Resulûllah (asm) da bu emrin nasıl yerine getirileceğini bir ömür boyu mü’minlere öğretmiş, talim etmiş. Asr-ı Saadeti takip eden bütün asırlarda bu emirler aynen tatbik edilmiş ve o zamanda her taraftaki câmiler,mescidler medreselerle,tekkeler dolup taşmış, Bugünümüze geldiğinde âhirzamana gelinmiş. dinden imandan uzaklaşmalar başlamış. yerini kendine Müslüman haksızlık adaletsizlik ahlaksızlık almış ve fünyaya dalma, dinden uzaklaşma, sefahatta boğulma, menfaat peşinde koşma devri gelip çatmış. İbadet terkedilmiş, ilim bir yana atılmış, irfandan uzaklaşılmış. Bu bozuk atmosferde, nasıl olmuşsa olmuş, yeni bir grup çıkmış ortaya: Kalbi Temizler Ekolü ortaya çıkarak kendilerini haklı çıkarma ve bu konuda savunmaya başlamışlar.
Bu ekolün mensupları, kendi haklarında, tevbe kapısını âdeta kapamışlar. Ben senin kalbine nasıl bakayım? Hadi bakalım bakmasına da bu sonucu değiştirmez ki, Kalp manevî olduğu gibi, onun hassaları, lâtifeleri de manevî. Bunlar tezahür olmadan, açığa vurulmadan nasıl bilinebilir!?
Temiz kalpli olmak;Etrafına ışık saçmakla dürüstlükle,adaletle, merhamet sahibi ve ahlaklı olmaktan geçmektedir.
Karşınızda açlıktan inleyen bir zavallı. Ve yanıbaşında para küpü denecek kadar zengin biri. Niçin bu adama yardım etmiyorsun diyecek oluyorsunuz:
“Yardım etmediğime bakma, benim kalbim şefkat dolu, merhamet dolu...” diye karşılık veriyor size.
Şefkat ve merhamet, kalbe ait güzellikler. Ama onlar, fukaraya serilen sofrada, yahut verilen sadakada kendini gösterir.
Takva, kalbe ait bir başka güzellik, bir başka kemâl. O da, günahlardan uzak kalmakla ortaya çıkar, bilinir.
İmanın da bir tezahürü vardır. Kişinin kalbindeki imanını diliyle de ifade etmesi gerekir. İman ancak böylece sahih olur. Dilden şehadet olarak dökülmeyen bir imanın varlığına nasıl hükmedilebilir?
Kalbin, Allah’ın emirlerine karşı itaatkâr olması da bir başka güzelliktir. Bu güzelliğin tezahürü, belirtisi, nişanesi, ispatı ise ibadettir.
Bir insan, namaz kıldığı halde nefsini yenememişse, işlerini Rabbinin emirlerine göre tanzim etmiyorsa, bu adam namazın hakikatına erememiştir. Ama o kul, bu hatasını namazı terk ederek tedavi edecek değildir. Bunun yolu yine namazdan geçer. Allah’a kulluğumuzu ve O’na şükrümüzü yerine getirişimizin en güzel ifadesidir. Bizi yaratan ve tüm nimetleri emrimize veren Cenab-ı Hak, Nisa suresi, 103. ayette “Namaz, müminler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır” buyurarak, bizleri namazla mükellef kılmış ve sorumlu tutmuştur.”Bakara 45’te ise:”Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Doğrusu namaz çok ağır ve çetin bir iştir. Ancak o, Allah’a duyduğu derin saygıdan kalbi ürperenlere ağır gelmez.