AĞLANACAK HALİMİZEMİ GÜLELİM

HÜSEYİN DENİZ2024-06-29 12:17:44

Bekri Mustafa Sultanahmet’te yaşayan, genç yaşında kendini “içki”ye verdiği, ve “gece-gündüz içtiği” için Bekri namıyla ün yapmış ve genç yaşta ölmüştür

Bekri Mustafa’nın “imam” olma hikâyesini bilmeyen sanırım çok azdır.

Kendileri; Ayasofya Camii yanındaki Mahalle Mektebine eğitime başlamış, burada hıfız ederek Hafız olmuş sonra da Beyazıt Medresesine devam etmiştir. Sabahları Medrese’ye giderken akşamları da babasının dükkânında yorgancılık işi ile ilgilenirmiş.

Bekri Mustafa genç yaşta arkadaşlarının da ısrarı ile bu dönemde içkiye başlar. Gece gündüz içtiği içinde Bekri namıyla ün yapmıştır.

Bekri Mustafa, son derecede zeki, nüktedan ve hoşsohbettir, ancak arkadaş kurbanı olmuştur. Kendileri, hazır cevaplılığı ve hak bilirliği ile herkesin takdir ve sevgisini de toplayan bir kişiliktir.

Bir gün Ayasofya Camii”nin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur.

Cemaatin beklemekten canı sıkılır

Yolu kesişir oradan geçen Bekri Mustafa başında kavuğu, sırtında cübbelisi bulunan ve bunu gören kişiler,

Bekri Mustafa’yı “hoca” zannederek namazı kıldırmasını söylerler.

“Yok, ben hoca değilim” dese de,

dinlemezler ve zorla öne geçirirler cenaze namazını kıldırdırırlar.

İşin enteresan tarafı burası dikkat edelim!

Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar

 ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar.

 Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.

Bekri Mustafa gülerek cevaplar:

 “Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahrete gidiyorsun.

Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa,

Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin.

Onlar durumu anlar…” der.

Aslında çoğu zaman Bekri Mustafalar olagelmiştir.

 İşin ehline verilmediği, yetenek ve kabiliyeti, liyakat ve ehliyeti olmayan, yapacağı işin vizyon ve ufkundan uzak kişilerin iş başına getirilip bu kişiye sorumluluklar verilmiş bakan verilmiş menfi verilmiş ama sonuç belli Mustafalar gibi olmuştur

İnsanlığın sultanı Peygamber Efendimiz (SAV), “İş ehline verilmediği zaman kıyameti bekleyin” der.

Yani büyük kıyamet olmasa da o işin kıyameti yakındır.

Değil mi ki, işin ehline verilmemesi akla ziyandır.

 İşin aslını bilenlerin bulunduğu bir ortamda ehil olmayanlara işlerin verilmesi normalde düşünülemez.

Günümüzün siyasetçilerinin hep başvurduğu yöntemlerden onlarcası olan, torpil ve kayırmacılık, sayesinde, ehil olmayan, vizyonsuz, başarısız, kişilerin iş başına getirilmeleri son derece yanlış son derece vebali olan sorumsuz davranış ve hareketlerdendir.

Ama ortalığı kesif bir cehalet kaplamış, gerçekler ters yüz edilmiş,

fitne fesat ortalığı kaplamışsa, işler kapanın yani ehil olmayan kimselerin elinde kalır.

Bu da toplumlar için bir çeşit kıyamet demektir.

Burada “iş” ten maksat insanlık için gerekli her türlü görev ve faaliyeti içine alır.

Ancak en önemlisi yönetimde görev almaktır.

Günümüzde liyakat ve ehliyetin önemi çok dile getirilmiş olsa da uygulamada maalesef yanlışlar yapılmaya devam ediliyor.

 Yakını olanlar, dayısı olanlar, grubu olanlar, parası olanlar bir yolunu bulup layık olmadıkları,

geldikleri görevin gerektirdiği yetenek ve kabiliyete, eğitim ve vizyona sahip olmadıkları halde bir yere gelebiliyorlar.

Bu durum; hoşnutsuzluk, uyumsuzluk, kargaşa, maddi kayıplar ve hizmetlerin aksamasına neden oluyor.

 Meşhur deyimle “tüyü bitmemiş yetim hakkı”nın ihlali de cabası, Avrupa’ya gidenler ve orada yaşayanlar bunu çok iyi bilirler, seçmek seçilmek, kişinin en doğal haklarından bir tanesidir. Öyle Türkiye’de olduğu gibi, insanları aldatmak, kandırmak, Olmayacak şeyleri vaat ederek, insanların izzeti ve nefislerle oynamak çok yersiz ve anlamsız olduğunu hepiniz bilmektesiniz, Avrupa dedik ya!

Orada sokaklar caddeler bayraklarla türkülerle şarkılarla gürültü çıkartmak, müziği sonuna kadar aşmak, taraf tutmak, insan insanlara nifak sokmak, kardeşin kardeşi ile bile, ayrı düştüğü siyaset ne yazık ki, bizim güzel ülkemizde baş göz göstermektedir.

Kedi Allah için fare tutmaz sözü burada çok geçerlidir. Adam taraf olmasına taraf oluyor da, sonuçta eşine, çoluğuna çocuğuna, yerlere yerleştirmek ve iş garantisi şartına bağlıyor.

Sonuç mu?

Adamı olanlar, arsız  ve yüzsüz olanların bazıları bu bekledikleri sonuca ulaşabiliyorlar.

İşte o zamanda liyakatsiz insanların iş başına getirilmeleri, işbaşı yapmaları, layık olmadıkları makam ve mevkide, olmaları, bir de, aynı siyaset yapanlardan aynı cenahın insanlarından öç almaları,amir memur tayin yaptıkları ve sürgünü etmeleri ayriyeten ç,ihaleye fesat karıştırma gerçekten içler acısıdır.

Adam aynı davaya hizmet ediyor, ancak o davanın adamı olmayanlar, her nedense o davaya hizmet etmişcesine o davada yer alıyor, tabiri caizse, dağdan gelen bağdakini kovması gibi bir durum meydana çıkıyor.

Sonuçta Müslümanlığı kimseye bırakmayanlar, kamu ve kul hakkına yumarak, devletin malı deniz yemeyen kerizdir.

Allah bunların şerlerinden bizleri korusun.

 

Anasayfa