Yangın var…! Uyanın komşular, yanıyoruz…! Diye bağırıyordu gecenin sessizliğinde. Komşu dairelerin kapılarına yumruklarıyla vurup, hızlıca iniyor apartmanın merdivenlerini yalınayak. Derken kendini zor atmıştı dışarıya.
Komşularda uyanmıştı sıcak yatağındaki derin uykularından. Can havli ile çıkmışlardı sokağa yatak giysileriyle. Ortalık bağırış çığrış. Yaşlı gözlerle yanan evlerini seyrederken, itfaiyenin uzaktan gelen siren sesindeydi kulakları. Acaba yangını söndürebilecek mi?
Herkesi uyandıran adam kalabalığın gerisinde, başı iki elinin arasında kaldırımda çömelmiş, “Eyvaaah, gitti evimiz, keşke biraz daha erken fark edebilseydim yangını, belki büyümeden söndürürdük, kurtarırdık evlerimizi. Neyse cana zarar gelmedi.” Diye sızlanarak izliyordu.
Çevremizde her an onlarca yangın görüyoruz belki. Çoğu zaman hiç sesimiz çıkmıyor, görmemezlikten geliyoruz. “Vurdumduymaz kör ayvaz” olmuşuz ki farkına bile varmıyoruz. Acaba bizim apartmanda olmadığı için mi?
“Kudretli padişah Kanuni Sultan Süleyman'ın bir devletin yıkılması neyle olur diye bir soruya kafası takılır ve akıl sahibi insanları makamına çağırtarak onlara sorar. Ama merakı dinmez. Zamanının evliyası olan Yahya Efendiye bir name gönderir ve sorunun cevabını ister. Yahya Efendi de bir küçük not yazar ve gönderir. Kanuni buna çok bozulur. Yahya Efendinin yanına gider.
— Ağabey biz sana çok değer veriyoruz ama sen bizim çok önemli bir sorumuza bile cevap vermiyorsun? Diyerek kırıldığını ifade eder.
Yahya Efendi de;
— Padişahım ben cevabı yazdım okumadım mı? Der.
— Okudum sadece “neme lazım” (bana ne) yazıyordu.
— Padişahım! İşte cevap odur. Bir devlette nemelazımcılık artarsa o devlet yıkılmaya mahkûmdur.”
Nemelazımcılık bünyemize girmiş bulaşıcı bir virüs gibidir. Sadece kişiye değil topluma zararı dokunur. İçimizden söküp atmadıkça kişiler duyarsızlaşır, toplum yozlaşır, devlet yıkılır.
“Sizden her kim bir kötülük veya çirkin bir şey görürse onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirmeye çalışsın. Ona da gücü yetmezse kalbiyle onu hoş görmeyip kabullenmesin ki bu da imanın en zayıf derecesidir.” (Hadisi şerif. Müslim, İman 78).
El ile düzeltmek daha çok devletin işi, dili ile düzeltmek ise o konuda ilim sahiplerinin görevidir. Ancak diğer kişilerde elinden gelen bir şey var ise yapmalı, seyirci kalmamalıdır. Hoş görmemek (buğz etmek) ise, kişiye düşmanca davranmak değil, yanlış davranışlara karşı tavrını ortaya koymak, Nemrut’un ateşini söndürmek için su taşıyan karınca misali hiç olmazsa tarafını belli etmektir.
“Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.” (Enfâl/25)
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi sözler içimize yerleşmişse, yılanın ne zaman kime dokunacağını bilinmez. Bugün sesimizi çıkarmaz bana ne dersek, yarın bize dokunduğunda yardım çığlıklarımızı kimse duymaz. Kötülükler yangın gibidir, kıvılcımın nereye sıçrayacağı, rüzgârın ne taraftan gelip ateşi nereye götüreceği ve kime zarar vereceği belli olmaz. Evdeki yangın önce apartmana sonra sokağa ve mahalleye sıçrayarak genişleyebilir. Ortada bir yangın varsa herkes duyarlı olmalıdır.
Merhum Mehmet Akif kaleminden özetleyelim konuyu;
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! Diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!”
Allah milletimizi vurdumduymazlıktan uyandırsın!...