Diktatörler ana karnından diktatör olarak doğmaz. Bir diktatör, toplum koşullarının özel durumlarında, çevresi tarafından yaratılır. O, başlangıçta sadece dikkat çeken bir kişiliktir. Yavaş yavaş çevresinde sivrilir ve sonra da ona vazgeçilmezlik özelliği yüklenir..
İlk aşamada ‘Lider’ çevresi ile uyumludur. Görüşür, danışır, çevresinin fikirlerini alır ve onlara değer verir. Bu evrede onun kişiliği de ortaya çıkmaya başlar. Elbette, son kararı onun vermesi beklenecektir ama, o kararlarını ortak akla uygun olarak verir..
Zamanla değişim başlar ve kararlarını kendi istediği gibi almak için çevresini zorlamaya başlar. Karar vermek işine katılmak isteyenler yavaş yavaş liderin çevresinden uzaklaşırlar, ya da uzaklaştırılırlar.. Çevresine karşı artık o kuşkucu olmaya başlamıştır. Yola birlikte çıktığı arkadaşlarından kuşkulanır ve onlardan uzaklaşır. Bu kuşku onu yalnızlaştırır.
Lider artık yalnızdır. Tek adamdır. Yola çıktığı ilk dönemdeki arkadaşları onu terk etmiştir. Yeni adamlarıyla yola devam etmektedir. Artık kimseye güvenmemektedir. Her şeyden kuşku duyar. Çevresindeki yeni adamları ona bağlı olduklarını göstermekte birbirleri ile yarışırlar. Bu evrede ona İlahi Misyonlar yükleyenler bile çıkar. Ve elbette ki, ‘Dinsel söylem ve İnanç istismarı’ da, bu konuda ona çok, ama çok katkı yapar..
Tarihte buna örnek çoktur.. Örneğin yakın tarihte Hitler, Mussolini, İdi Amin ve hatta Saddam Hüseyin’e de bu misyon yüklenmiştir. Hala Asya’nın, Afrika’nın diktatörleri bu misyonla hareket ederler ve çevreleri de çıkar için onlara yalakalığı çok severler..
Anlaşılacağı gibi,
Bir diktatör ana karnından diktatör olarak doğmaz. Çevresi onu kendi çıkarları için ‘Diktatör’ yapar ve sonra da bu durumdan pişmanlık duyar. Ancak diktatörler için de durum zordur.. Onlar da giderek kendi sonunu hazırlar. Tarih, sonu iyi biten bir diktatörü henüz yazmamıştır. Ne yazıktır ki, toplumlar için onlardan geriye kalan mirasın içinde ise hep yoksulluk, acı, hüzün ve gözyaşı vardır….!