HİKÂYE YAZMAK…

Şafak DELİÇAKAR2022-06-24 09:26:38

Hükümetin bir bürokratı 2020 yılının Eylül ayında “Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır” demişti.[1]

Muhalefet bu söylemi, geçmişin gerçeklerini değiştirerek yeniden yazmak gibi algılayınca, “Türkiye Cumhuriyeti’nin şanlı tarihini hedef aldığını” iddia ederek konuyu rejim tartışmalarına kadar taşımıştı.

Tüm yazarlar bilir ki tarih, sadece kanıtlanmış mutlak gerçeklere ve gerçek kişilere yer verilerek yazılır. Yorum, eleştiri, ekleme veya çıkartma yapılamaz.

Hikâye ise, ya gerçek bir olayın, kişilerin, sürecin, neden ve sonuçları değiştirilerek[2], ya da gerçekte hiç olmamış olaylar ve kişiler uydurularak yazılır.

 Bu açıdan bakınca “kendi hikâyemizi yazacağız” demek, ya “tarihi geçmişi değiştirip canımızın istediği veya işimize geldiği gibi yeniden tasarlayıp yazacağız” ya da “geçmişte hiç olmamış, tamamen hayal ürünü olayları ve kişileri gerçekmiş gibi yazacağız” demektir.

Şayet hikâyeye olağanüstü kişiler ve/veya yaratıklar da eklenirse, yer ve zaman ögesi de belirtilmezse eğer, o zaman Masal olur.  

Gündem hızlı ve sürekli değiştiğinden bu söylem unutulmaya yüz tutmuştu. Ama geçenlerde iktidarın söylemlerinden anlaşıldı ki “kendi hikâyelerini” çoktan yazmışlar bile. Üstelik tam da muhalefetin eleştirdiği gibi, geçmişin gerçeklerini değiştirerek ama sadece bir Osmanlı padişahına ilişkin yazmışlar.

Önce TV dizisinde gerçeğin değiştirilerek senaryolaştırılmış hikâyesini tebessümle izlediğimiz II. Abdülhamid’in “Elçiye zeval olmaz” diyen bu milletin örf ve adetlerine aykırı davranışlarda bulunan bir kişilik olarak lanse edilmesine yol açan İngiliz elçisine tokat attığı sahne hariç üstünde bile durmayıp, ne de olsa filmdir, abartı ve hamaset olabilir dedik.

Ama iktidardan, resmi ağızdan, canlı ve sesli olarak II. Abdülhamid’e ilişkin gerçekdışı tarihi bilgileri dinleyince, eyvah dedik! Kendi hikayelerini yazacaklarını beklerken dezenformasyonun kralını yaptıklarını anladık.

“Camileri kapattılar, ahır yaptılar” diye dezenformasyon yapan bir zihniyetten başka ne beklenirdi ki?

Şimdi de, II. Abdülhamid’in iktidarı döneminde tek bir karış toprak kaybetmediğini ve idam edildiğini iddia edip dezenformasyon yapıyorlar.

Oysa güvenilir kaynaklardaki gerçek tarihe göre II. Abdülhamid en çok toprak kaybeden Osmanlı padişahıymış.([3]) ([4])

II. Abdülhamit 33 yıllık saltanatında, Osmanlı toprakları olan Tunus, Mısır, Kıbrıs, Sırbistan, Karadağ ve Romanya’dan toplamda 1 milyon 592 bin 806 kilometrekare toprak kaybetmiş.[5] Bu alan yaklaşık olarak Türkiye’nin 2 katı büyüklüğündedir.

Ayrıca, II. Abdülhamid idam edilmemiş, eceliyle ölmüş.[6]

31 Mart ayaklanmasıyla tahttan indirilip 3 yıl Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ev hapsinde tutulmuş. 1912 de getirildiği İstanbul’daki Beylerbeyi Sarayında 6 sene sonra 10 Şubat 1918'de 75 yaşındayken kalp yetmezliği nedeniyle ölmüş. Cenazesi, büyük babası için Divanyolu'nda yaptırılmış olan Sultan II. Mahmud Türbesi'ne defnedilmiş ve mezarı da halen orada imiş.

Osmanlı İmparatorluğunda onca önemli padişah varken neden II. Abdülhamid daha çok konuşulup gündemde tutuluyor diye sorgulamak gerekiyor artık.

33 yıllık iktidarında, doğru ve iyi olan işler yanında hatalı, kötü ve acımasız şeylerde yapmış, Osmanlının çöküşünü ve dağılışını hızlandırmış, her türlü baskı ve zulmü halkına reva görmüş, GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ü,  baskıcı yönetimini eleştiren fikirleri var diye, gözaltına aldırıp sarayda sorgulatıp kendisine suikast yapacak diye suçlayıp tutuklatarak Bekirağa zindanına hapsetmiş bir padişah neden bu kadar övülüp gözümüze sokulur anlamak lazım.

Bu durum bize pek bilindik gelince, neyin peşindeler diye düşünmekten insan kendini alıkoyamıyor. Mesela;

II. Abdülhamid'in, Osmanlının ekonomisinin çöktüğü bir dönemde hiçbir padişahın olmadığı kadar nasıl zengin olabildiğini de öğrenmek gerekiyor.

Tarihçi yazar Vasfi Şensözen, “Osmanoğulları'nın Varlıkları ve II. Abdülhamid'in Emlakî” [7] adlı kitabında:

II. Abdülhamid’in Türkiye’deki ve yabancı ülkelerdeki servetini, miktar ve vasıflarını, nasıl elde ettiğini, mallarına yabancı ülkelerin nasıl el koyduğunu, Türkiye’deki mallarının hangi kanunla millete devredildiğini, varisi olan eşlerinin ve çocuklarının Londra tahkim mahkemelerinde ve diğer yabancı ülkelerde nasıl davalar açtığını detayları ile anlatıyor.

Bilmek isteyenler okur öğrenir. Yazarak ne yorulmak ne de okuyucuları gereksiz bir konuyla meşgul etmek istiyorum.

Velhasıl, Osmanlı imparatorluğunun onca yükselme dönemi padişahı varken bir çöküş ve dağılma dönemi padişahı olan II. Abdülhamid’in bu kadar çok övülerek, hatta kusursuz ilan edilerek, hikâyesi bile yeniden yazılarak gündemde tutulması ve Lozan Anlaşmasının bu kadar yerden yere vurularak eleştirilmesi;

Aklımıza karpuz kabuğu düşürmedi desek işte o zaman bu yazıda yaptığımız tek dezenformasyon olurdu…



[2] Bazı filmler de gerçek olaylardan alıntı yapılarak ya da değiştirilerek yazılmış hikâyelerin senaryolaştırılması ile çekilir.

Anasayfa