Her mecrada, her ağızda ve her yazıda bir “Dava” söylemi dillere ve kalemlere pelesenk olmuş dolanıp duruyor. Davamız da davamız… Davamız da davamız… Kutlusu da varmış…
Elbette herkesin haklı, onurlu, vatana ve topluma yararlı bir davası olabilir, hatta olmalıdır da. Güzel bir şeydir bu… Ama bu davanın bir tanımlaması olur. Tutarlılığı olur… Anlaşılabilir olur…
Mesela benim davam:
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ ün ilke ve inkılapları ile kurduğu adil ve lâik tam bağımsız TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ ni ilelebet yaşatmak, vatandaşı olarak özgür, mutlu, sağlıklı, huzurlu, barış ve refah içinde yaşamaktır.
Ya sizin ki nedir?
“Devletin bekası” mı?
O işin çözüldüğü Lozan’ a sahip çıkın yeter. Üstelik bir devletin toprak bütünlüğünü, ahdi hukukunu ve anayasal düzenini iç ve dış tehditlere karşı koruyarak hayatiyetini devam ettirme sorumluluğu halkın seçerek vekil tayin ettiklerine aittir. Bizim sorumluluğumuz ise gerektiğinde uğrunda ölmektir.
“Bayrak inmeyecek, Ezan susmayacak, Vatan bölünmeyecek” mi?
Kıçıkırık üç-beş terörist ve vatan haini ile bu ülkede ne bayrak iner ne ezan susar ne de vatan bölünür. Bayrağı indirmek, ezanı susturmak ve vatanı bölmek isteyen hain şerefsiz/ler her kim/ler ise adını, cinsini, cibilliyetini açık seçik, iftira atmadan, kumpas kurmadan, delilleri ile söyleyin… Söyleyin de dar edelim onlara bu dünyayı.
“Türban” mı?
O ayıbı yapanlar tarihin utanç sayfalarında yerlerini çoktan aldı bile… Bu saatten sonra kimse ne dil ne de el uzatabilir insanların inançlarına, giyimine kuşamına ve yaşam tarzına… Üstelik türbanlı sivil bacınızı, türbanlı polis bacınıza gaz sıktırıp copla dövdürttükten sonra ağzınıza almayın artık. Türbanlı bacınız sizi destekleyince “mümin”, muhalefeti destekleyince “vitrin mankenidir” söylemi de hala hafızalarda duruyorken üstelik…
“Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasakları kaldırmak” mı?
Vallahi gülmekten kasıklarımıza ağrı giriyor duyunca... Yoksulluğun, yolsuzluğun ve yasakların feriştahını gördük.
Bugüne kadar kara denilen ak, günah denilen sevap, haram denilen helal, düşman denilen dost, muhalif denilen istikametini kaybetmiş avara kasnak oldu şimdi. Neden acaba? O dava uğruna mı?
Nedir sizin davanız? Neden göğsünüzü gere gere açıkla/ya/mıyorsunuz?
Muammalar içinde tanımlamaya çalışıyoruz. Çünkü o davanın ceremesini biz çekiyoruz. Haklı mı çekiyoruz haksız mı çekiyoruz işte onu anlamaya çalışıyoruz.
O dava için tüm olumsuzluklara, haksızlıklara, çifte standartlara, garabetlere, ezilmeye, itelenip kakılmaya katlanmamız isteniyor bizden.
Hayat pahalılığı, yolsuzluk, kamudaki israf, ayrımcılık, siyasi gerginlik, demokrasi, hak ve adalet ile ilgili sorunları görmemezlikten gelmemiz, eleştirmememiz hatta topyekûn savunmamız bekleniyor.
Tamam! Tüm olumsuzluklara katlanalım, hatta savunalım, alkışlayalım, hepsini isteyelim, ne kadar yanlış varsa yok farz edip görmemezlikten gelelim, edebimizle sabredip bekleyelim… Ama neyin uğruna, ne için olduğunu da bilelim artık.
Neyin davası bu?
Açıklanmadığı, tanımlanmadığı sürece “ne olabilir acaba” diye onlarca dava (!) üretiliyor.
Örneğin, iktidarın değirmenine sürekli su taşıyan muhalefetin cahilleri o davanın “Şeriat ile yönetilecek federe İslam devletleri kurmak” olduğunu iddia ediyorlar. Çok zor, abartı, hatta imkânsız dedik…
TV’ lerde bitmek bilmeyen hamaset dizilerini izleyenler “Cumhuriyeti yıkmak, halifeliği geri getirmek, payitahtı ve Osmanlı imparatorluğunu kurmak” diye iddia ediyorlar. “Aaaaa bak öcü” algısı yaratılmak isteniyor. Gülüp geçtik tabii ki…
Medyadaki söyleşilerde, “Ülkeyi fakirleştirip halkı devletin yardımlarına, insafına ve otoritesine muhtaç ederek ORTADOĞULULAŞTIRARAK yönetmek” bile dediler. Mevcut ekonomik gidişatı dikkate alınca buna pek gülemedik. Bilakis çok korktuk! Bu değildir inşallah dedik.
Nihayetinde, akla en yatanı üzerinde genel bir kanı oluştu. Bu olsa olsa ya “Koltuk” davası ya da “İktidarda Kalma Mecburiyeti” olabilir diye düşünüyor artık insanlar.
Açıklanmadığı sürece de akıllara başka bir şey gelmiyor…
Elbette, her ideoloji veya zihniyet iktidara gelmeyi ve iktidarda kalmayı ister. Demokratik hakkıdır da… Ama halk istediği ve anayasaya uyduğu sürece hakkıdır. Ama hem yönet/e/memek hem de koltukta oturmaya devam etmek izah edilemez.
Hemen millete gidip takdirine saygı duymak gerekirken, o dava uğruna maçın ortasında kural değiştirmek de nedir? Demokratik hak olabilir ama etik midir? Hem değişse ne yazar değişmese ne yazar? Aslolan anlayıştır, niyettir…
Azın oyuyla çoğu yönetmek kadar anti-demokratik bir anlayış ve niyet olabilir mi? “Milli İrade” ve “Temsilde Adalet” söylemi sözde mi kaldı yoksa?
“Bu ülkeyi istikametini kaybetmiş avara kasnaklara asla teslim edemeyiz” söylemi ne demektir? Muz cumhuriyeti mi burası? Çıkar er meydanına güreşirsiniz… Aslanlar gibi yenmenin de dik durup eğilmeden yenilmenin de onurunu yaşar alkışlanırsınız…
Demek ki söz konusu dava öylesine âli ve ulvî bir şeymiş ki başına “Kutlu” bile eklenmiş. Uğruna “Vereceğiniz destek rûz-i mahşerde beraat belgeniz olacak” diyen bile oldu seçmene. Bunu söyleyen şahsa; kim verdi bu ilahi yetkiyi? “Böyle de oy istenir mi be arkadaşım” diye sordunuz mu ona?
Olabilir! Olumsuzluklar düzeltilemeyebilir… Elden bir şey de gelemiyordur… Liyakat bu kadardır… Can sağlığı olsun. Anlaşılabilir bir şey bu… Bu ülke kurulduğundan bu yana hemen her hükümet döneminde iktidarların yarattıkları ve çözemedikleri olumsuzlukları çokça yaşadı zaten. Elden gelen tek şey tercihi değiştirmekti hepsi o kadar.
Başımıza her geleni takdir-i ilahi deyip çektik bugüne kadar. Bundan sonra mucize de beklemiyoruz artık. Ama halkı sanal âlemde yalan ve hamasetle avutup zaman kazanmaya çalışmak da nedir?
Neyin davasıdır bu?
Uğrunda hem bizi hem de kendinizi bu hallere düşürmeye değer bir şey mi?