Yukarı bak!

Ersin ERDOĞAN2022-01-10 09:43:54

                                                                                                   

Rüştü ağabey gibi benim de okul yıllarımdaki münazara yarışmaları geldi aklıma. Ama bizimkiler okullar arası değil, sınıflar arası olurdu. Konuları da “sanayi mi / tarım mı” gibi mantıklı şeyler değil, “Para mı / Sağlık mı önemli“, “dünya düz mü / yuvarlak mı” gibi saçma konulardı. Jüriler de öğretmenlerden değil okulun öğrencilerinden oluşturulurdu. “Dünya düzdür” veya “Para sağlıktan daha önemlidir” diye azıcık sesi yüksekten çıkan ya da azıcık hararetli savunanların jüriden daha çok oy alıp kazandığı olurdu.

Bilimsel olarak tam aksi bilindiği halde, yanlışa oy vermek hangi aklın, mantığın, zekânın ve vicdanın ürünü olabilirdi ki? Düpedüz ahmaklıktı! Oysa o öğrenciler, iki kez zekâ ve yetenek testinden geçirilerek o okula kabul edilmişlerdi. Öyleyse ahmaklığın, zekâ ile ilişkisinin incelenmesi ve irdelenmesi gerekir.

Acaba o münazaraların amacı iddia ve savunma yeteneklerinin gelişmesini sağlamak değil miydi? Bir nesli, zayıf olanın doğrusuna değil de güçlü olanın yalanına inanmaya hazırlamak mıydı? Bu yüzden mi, insanoğlu, yanlışı, yalanı, iftirayı, delilsiz iddiayı, kandırmayı, suiistimali, hırsızlığı, yolsuzluğu, zararları ve kayıpları her mecrada en güzel anlatana, hararetli savunana, inançlarla ilişkilendirip en sık dile getirene ve en iyi ikna edip kandıranlara ama mutlaka güçlülere oy veriyor?

Ahmaklık yapmanın zekâ seviyesiyle alakası olsaydı, onca zeki insan, metaforik dahi olmayan, çiçek, böcek, su, sabun, yıkama, yağlama, yalama ve cıbbanlama” yazıları ve söylemleri ile güçlüye yaranır, “Kral Çıplak” demezdi!

Zekâ hem nimet hem de lanettir!

Cahil ama ihtiraslı manyak onbaşı Hitler, birlikte “Yalanın Kitabı” nı yazdıkları Goebbels gibi aşağılık bir cibilliyetsizi ve biçimsiz hilkat garibesini “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” yapıp yanına alarak, üstün zekâları ve yetenekleri ile övünen Almanların verdiği oylar ile ülke lideri seçilmedi mi? Demek ki ahmaklığın zekâ seviyesi ile ilgisi yokmuş. Zeki insanlarda ahmaklık yapabiliyormuş.

İnsanoğlu, var olduğundan beri sistematik bir şekilde ahlaki ve sosyolojik erozyona uğramış. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna göre değil, neyin zayıf neyin daha güçlü iddia edildiğine, savunulduğuna ama mutlaka toplumsal değil kişisel menfaatine göre oy vermeyi tercih etmiş hep.

Tesadüfen izlediğim, “Don’t Look Up” (Yukarı bakma) adlı filmde tam da bu konu irdelenmiş. Ülke yöneticilerini ve halkı, çarpmak üzere yaklaşan dev bir göktaşının dünyayı yok edeceği konusunda uyarmak için çabalayan iki gökbilimcinin, delillere dayalı iddialarının doğruluğuna değil de; bu delilleri ve iddiaları ciddiye almayan ülke yöneticilerinin yalanlarına inanan halkın, bürokrasinin, sosyal medyanın ve basının umarsız ve ciddiyetsiz tutumları yüzünden, dünyanın tüm canlıları ile birlikte yok oluşunun hikâyesini anlatıyor.

Göktaşına dikkatleri çekebilmek için “Look up” (Yukarı bak) diye çırpınan 2 bilim insanının savunduğu gerçeği yok saymak için göktaşının taşıdığı uzay madenlerinden zengin olacakları konusunda ülke yöneticilerini ikna edip “Don’t look up” (Yukarı bakma) diye devasa bütçelerle propaganda yapılmasını sağlayan dev şirketlerin sahiplerinin, insanoğlunu nasıl kandırdığı, ama o ülke yöneticileri ile birlikte son anda dünyadan nasıl kaçtıklarını da anlatıyor. Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

Özetle, bir doğrunun istenirse nasıl zayıflatıldığının ama bir yalanın istenirse nasıl güçlendirildiğinin anlatıldığı bir film. İnsanoğlu hala, yanlışlarla, yalanlarla, delilsiz iddialarla, bilimsel olmayan kararlarla ve çözümlerle kandırılıyor güçlüler tarafından. Gerçekler ve doğrular sistematik ve maalesef örgütlü bir şekilde insanlardan saklanıyor. Bu yüzden işte sadece güçlülerin ve akıllı geçinen ahmakların gösterdiği yöne değil, bir de güçsüzlerin ve ahmak sanılan akıllıların gösterdiği yöne, yani tam tersine bakın!

Ama önce “Yukarı bakın”!

Anasayfa