Sosyalizm, devletçi bir modeldir. Kelime anlamı (Sosio: Toplum, Halk) itibarıyla bakıldığında üretici gücün insan, insan emeği ve dolayısıyla toplum olduğu düşüncesinden yola çıkılarak oluşturulmuş bir “Halkçılık” sistemidir. Devletçilik prensibi mutlak olarak geçerlidir. Devlet üretime hâkim güç olarak ön plana çıkar. Bu modeli savunan iktisatçılar tarafından toplumun esas alındığı iddia edilse de, yetkiyi toplum adına devlet kullandığı için, etkin güç daima devlettir. Kişilerarası eşitlik vurgusu yapılır. Kamu yararı ve toplum ön plandadır. Kolektif (topluluk olarak, kitle halinde) hareket etme ve buna uygun bir biçimde örgütlenme ve çalışma planlanır.
Devletin, ticari amaçlı üretim araçlarına (fabrikalara, tarım arazilerine, hayvan çiftliklerine) ve temel tamamlayıcı kurumlarına (bankalar, kooperatifler) mutlak egemen ve sahip olmasıdır. Özel teşebbüs, üretim araçlarına sahip olamaz. Devlet toplum adına tüm piyasayı kontrolü altında tutar. Serbest Piyasa Ekonomisi geçerli değildir. Bunun yerine Merkezi Planlama esastır. Bir yıl içinde tüm ülkede ne üretilip ne kadar tüketileceği önce yerel ve bölgesel olarak hesaplanır, daha sonra tek merkezde (başkentte) eşgüdümlü olarak değerlendirilir ve düzeltmeler yapılır. Özetle temel prensipleri şunlardır:
1) Üretici güç olarak “Emek” öne çıkar.
2) Devletçi Ekonomi (Üretim araçlarında devlet mülkiyeti) esastır.
3) Merkezi Planlama vardır.
4) Kamu Yararının, Genel Hukukun/Kamu Hukukunun ön plana çıkması çok belirgindir.
5) Tek partili siyaset tercih edilir çünkü burjuva siyasetinde olan siyasal yapının işçileri böldüğü görüşü savunulur.
Toplumların çeşitli sınıflardan oluştuğu gerçeği dikkate alınarak hangi sosyal sınıfın yönetime egemen olması gerektiği ve asıl üretici gücün hangi sınıf olduğu sorusundan hareket edilir. Bu yaklaşıma göre tarih, aslında sınıf mücadelelerinin toplamından ibarettir. İşçi Sınıfı (Proleteraya)’nın egemenliği esastır, halk her yerde (fabrika, okul, çiftlik vb.) kendini yönetmek üstüne yönetim şeklini belirler. İşçi sınıfına özel bir önem verilir, çünkü emeği ile üreten ve toplumu kalkındıran sınıftır. Bankacılık sistemi etkin değildir, çünkü ihtiyaç duyulmaz. Faiz büyük oranda ortadan kalkmıştır (Bu sömürüye karşı yönüyle İslami söylemlere de uyar. Çünkü İslamiyet'te de faiz haramdır). Sosyalist sistem oluşurken şu aşamalardan geçer:
· Önce üretim araçları devletleştirilir. Özel sektör üretimden dışlanır.
· Yabancı sermaye dâhil, tüm özel sektör kamu kurumuna dönüştürülmüştür. Özel sektöre gerek yoktur.
· Daha sonra gayrimenkuller (evler, arsalar, araziler) devletleştirilir. Sömürüye yol açtığı için özel mülk sahibi olunamaz.
· Devlet evleri ve arazileri yurttaşlarına kullanmaları için verir. Karşılığında kira almaz.
· Temel hizmetler (elektrik, su, telefon, toplu taşıma, okul, sağlık) ücretsiz hale gelir, çünkü bunlar üzerinden kendini zenginleştirecek bir sınıfa izin verilmez.
· Zaten devletleştirilmiş olan bu hizmetler kamu yararına ücretsiz kullanılır.
Tek partili rejimlerdir. Bu partinin adı çoğu zaman sınıfsız topluma gidecek komünist toplumu hedeflediğinden “Komünist Parti” ’dir. Ama değişik isimler de kullanılabilir. (örneğin “Sosyalist Parti”, “İşçi Partisi” veya “Emek Partisi” gibi) Devlet ve parti örgütü ayrı ayrı iki koldan en küçük yerleşim birimlerine kadar indirilmiştir ve yönetime üretici güçler nezdinde katılımcılık vardır. Uygulanan ülkelerde gözlemlenmiş olumsuz yönleri şunlardır:
· Çoğunlukla baskıcı ve antidemokratik uygulamalarda bulunmuşlardır.
· Merkezi planlama verimli ve etkin olamamıştır.
· İçe kapalı ekonomiler sebebiyle hayat standartları gelişmemiştir.
· Kapalı toplum anlayışı, gelişen Dünya’ya ayak uyduramamıştır.
· Halkçılık iddialarına karşın, halkın istekleri dikkate alınmamıştır.
Sosyalist görüşün savunmaları: Burjuva sistemlerinde parasal güç kadar "güçlü" birey vardır. Dolayısıyla sosyalist sistemler tarafından da burjuva sistemleri antidemokratik olarak adlandırılırlar. Sosyalist toplumlarda din doğrudan karşıya alınmaktan ziyade, egemen sınıfın bir sömürü aracı haline getirildiği ölçüde alınmıştır. Burjuva sistemleri bunu "Komünist sistemler din olgusuna karşıdırlar" şeklinde çarpıtıp, din ile sömürmeye devam etmeye çalışmışlardır. Oysa sosyalist toplumlardaki egemen görüş "Din olgusunun egemenlerin elinden alındıktan sonra tarihsel olarak incelenmesi" gerektiğidir. Emperyalist saldırganlık ve ekonomik ablukaların unutulduğu bir iddiadır. Sovyetler Birliği'nin bilimi kullanarak kendi imkânlarıyla uzaya çıkması ve birçok alanda bilimsel keşifler yapması, bu iddiaya cevap niteliğindedir.
Tarihçesi: Doğu toplumlarını inceleyen ve bazılarında devlet mülkiyeti ve ortak çalışma kavramına rastlayan Karl Marx, bu uygulamaları teorik olarak geliştirmiş ve ilk defa Das Kapital (The Capital) adlı eserinde Sosyalizmin esaslarını ortaya koymuştur. Karl Marx’dan etkilenen pek çok düşünürün katkılarıyla Sosyalizm kavramı daha da çok rağbet görmüş ve 1917 yılında Vladimir Lenin önderliğinde Rusya’da bir devrim yapılarak Dünya tarihinde ilk kez bir Kapitalist rejim yıkılarak yerine Sosyalist bir sistem (Sovyetler Birliği) kurulmuştur. Kapitalizme tepki olarak ortaya çıkmış ve yayılmıştır. Orta Asya’da pek çok devlet Sovyetler Birliği’ne katılmıştır. Ayrıca daha sonra Çin’de gerçekleşen bir devrim ile de Çin Halk Cumhuriyeti sosyalizme geçmiştir. Doğu Avrupa ülkeleri de sosyalist rejimler kurarak Doğu Blokunu oluşturmuşlardır. Bazı Uzak Asya ülkeleri ve Arap ülkeleri de yine sosyalist ekonomiye yakın modele geçmişlerdir. Ancak "Soğuk Savaş" yıllarında yaşanan emperyalist saldırganlıklar ve iç olumsuzluklar sebebiyle 1980’li yılların sonunda başlayarak ilk önce Sovyetler Birliği dağılmış, ardından da Doğu Bloku çökmüştür. Fakat emperyalist saldırganlığa karşı "Bağımsız Devletler Topluluğu" ve "Şanghay İşbirliği Örgütü" gibi yapılar eski Sovyet ülkelerinin beraber hareket ettiği uluslararası kuruluşlardır.
Sistemi önceden uygulayan ama sonra terk eden ülkeler: Sovyetler Birliği (Rusya, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan, Ukrayna, Tacikistan, Ermenistan, Kırgızistan, Litvanya, Estonya, Moldova), Doğu Bloku (Polonya, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Doğu Almanya, Bulgaristan), Arnavutluk, Yugoslavya, Güney Yemen, Afganistan, Kamboçya, Benin, Etiyopya, Kongo, Somali, Moğolistan ve Libya.
Sistemi hala uygulayan ülkeler: Küba, Vietnam ve Kuzey Kore’ dir.
Sistemi önceden uygulayan ama günümüzde bu sistemin evrilmesine izin veren tek ülke ise Çin Halk Cumhuriyetidir. Önceki yazımda da bahsettiğim gibi bir ekonomik sistemin içine diğer sistemlere ait uygulamalar yerleştirilirse sistemler evrilerek başka sistemlere dönüşürler. Bunun en güzel örneği de Çin Halk Cumhuriyetinde uygulanan Sosyalist Ekonomik sistemin içine Özel Sektör Teşebbüslerinin dahil edilmesiyle artık Karma Ekonomik Sisteme dönüşmüş olmasıdır.
Dizinin bu yazısı ile sosyalist sistemin ülkemizde uygulanıp uygulanmadığına ve uygulanabilir olup olmadığına dair bakış açısı geliştirmenizi amaçladım. Ayrıca ülkemizdeki ekonomik sistemin bu sisteme benzeyip benzemediğini, benzer taraflarını ve uygulanan bazı politikaların bu sisteme uyup uymadığını da sizin yorumlarınıza bırakıyorum.
Benim yorumum şudur: Bu sistemin olumlu ve olumsuz bazı uygulamaları (Faiz karşıtlığı, Merkeziyetçi Yönetim ve Planlama, Halkın isteklerinin dikkate alınmayışı, Gelişen dünyaya ayak uyduramama, Baskıcı ve Antidemokratik uygulamalar), ülkemizin ekonomik sistemi içinde ince ayrım farklılıkları olsa da mevcuttur. Ama bu sistem ülkemizde uygulanan bir ekonomik sistem değildir. Oysa “Kamu Yararının ve Hukukun ön plana çıkarılması” gibi olumlu yönleri pratikte yeterince ve etkin uygulan/a/masa da politik söylemlerde ve vaatlerde hep vardır.
Bu sistemin herhangi bir ülkede başarılı olabilmesi; “Halkçılık” iddiası ile yola çıkanların iktidara geldikten sonra halkın istek ve gereksinimlerini mutlaka yerine getirecekleri konusunda samimi ve dürüst olmalarına bağlıdır.