ACI REÇETE!

Şafak DELİÇAKAR2020-11-23 09:50:23

Acı reçeteleri 1980, 1994 ve 2002 yıllarında üç defa yaşamıştık zaten. IMF ye borç bitip bir de üstüne borç verdiğimizin açıklandığı gün “hah tamam bir daha acı reçetede yazan ilaçları içmeyeceğiz” demiştik. Hani ne oldu?

Hatta birkaç gün öncesine kadar “uçuşa geçen” hatta “dibe doğru değil ha yukarı doğru” pik yaptığı iddia edilen Türkiye ekonomisi, Hazine ve Maliye Bakanının istifası ve ekonomi yönetimindeki değişim sonrasında birdenbire “acı reçete” uygulanacak hale gelmiş demek ki.

Büyük ölçüde yabancı sermayeye ve sıcak paraya bağımlı, üretimden çok tüketime ve borçlanmaya dayalı politikaların biriktirdiği ağır sorunlar Türkiye ekonomisini sürekli birbirini tekrar eden kısır bir döngünün içine hapsetmiş de haberimiz yokmuş meğer.

Ekonomide başlatılan “Yeni Seferberlik” ile anlaşılan çözüm olarak geçmişte IMF programlarını hatırlatan ve toplumun hafızasında derin izler bırakan yazar kasaların hava da uçtuğu acı dolu günlere geri döneceğiz demektir. Öyle anlaşılıyor ki iktidar, önümüzdeki dönemde IMF’nin adı olmadan yerli ve milli karakterli bir IMF programı uygulayacak.

Bu noktaya gelinmesinin tek nedeninin ekonomide ülkenin geleceğini ipotek altına alan yanlış karar ve uygulamaların olduğu anlaşıldı artık. Üstelik her fırsatta IMF hamaseti yapan ve karşıt söylemler kullanan iktidarın çözümü, IMF’nin kemer sıkma politikalarını hatırlatan uygulamaları bize sunmak oldu.

Söylendiğine göre; acı reçete ile hayata geçirileceği iddia edilen “piyasa dostu” ekonomik reformların tamamının emekçiye ve dar gelirliye yıkılacağı konusunda şüphe yok.

Kemer sıkma politikalarından hatırladığımız şeyler; ücretlerin baskılanması, temel tüketim ürünlerine yönelik kapsamlı bir zam yağmuru ve yeni vergi artışlarıdır. Bu durumun yaratacağı üretim ve istihdam kayıplarının işsizliği ve yoksulluğu daha da arttırması kaçınılmazdır. Pandemi nedeniyle zaten kriz süreci içine girmiş ekonomi ile birde acı reçete uygulamaları önceki acı reçetelerden çok daha acısının bizi beklediğini gösteriyor.

Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezinin eylül sonu itibarıyla yayımladığı son verilere göre eylül 2019’da 31 milyon 375 bin kişinin 572 milyar lira bireysel kredi borcu varken, bu yıl aynı dönemde borçlu sayısı 2 milyon 268 bin artarak 33 milyon 643 bin kişiye, borç miktarı ise yüzde 46 artışla 837 milyar liraya yükselmiş. Eylül sonu itibarıyla ödenmemiş bireysel kredi ve kredi kartı borcu olan kişi sayısı ise 3 milyon 498 bin.

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezinin (BETAM) araştırmasına göre bu yılın şubatından eylülüne kadar ortalama kişisel gelir düzeyi yüzde 4.6 azalırken hanelerin yüzde 43’ünün borçları artmış. Yani ülkenin yarısı batmış.

Demek ki kapanan işyerleri, işsizlik, iflaslar, hacizler, üç kuruşa satılacak mallar, arabalar ve evler bir avuç fırsatçıyı bekliyor. Diğer taraftan asgari ücret zammı oranlarının düşük tutulacağı, yüksek oranlı vergi artışları ve temel tüketim ürünlerine zamların peş peşe geleceğini tahmin etmek zor değil. Zaten fakirin ve işçinin yaşam koşullarının salgın ve ekonomik daralmayla birlikte ağırlaşması yetmiyormuş gibi, krizin bütün faturası bir kez daha bu kesime ödetilecek.

Bu duruma gelinmesi öyle gizli saklı olmadı. Yıllardır gözümüzün önünde oldu her şey. Dava diye diye talan ve savurganlık politikaları uygulandı. Ne “Dava” ymış arkadaş bu ya! Bu hale gelmemizde iktidar ne kadar sorumluysa bir o kadar da ona destek ve oy verenler sorumludur. Çünkü ekonomide yapılan yanlışlar karşısında susan, yeterince sesini yükseltmeyen ve tepkisiz kalan herkes bugüne gelinmesinden sorumludur. Ve her acı reçete uygulayan iktidarın sonu hep aynı olmuştur.

Hadi geçmiş olsun. Bundan kaçmak artık mümkün değil. Ama aynı hataları bir daha hiçbir iktidara yaptırmamak mümkün!

 

Anasayfa