Dağların zirvesine, soğuk suların olduğu, çamların, pelitlerin çimenlerin bol olduğu yer.
Baharın serin ve ılık rüzgarı suratına çarpar. Yağmurlar kışı kovarcasına derelerdeki karların üstüne yağar. Ağaçlar kuşların sesleriyle uyanır, yem yeşil yapraklarını açar. Koyununu kuzusunu alan ineklerini önüne katıp at ve eşeklerine yükledikleri yüklerle yayla evlerinin yolunu tutarlar. Bir umut, bir hevesle yol alırlar dik sarp ve yamaç yollardan.
Kimi yerde de çok verimli topraklar vardır çeşit çeşit sebze yetiştirilebilen. Ne eksen biter ve yetişir. Kimi yerde de derin bir ‘oh’ çekiliyor ve dalınıp gidiliyor, saflığı, berraklığı ve kirlenmemiş doğası ile. Dört mevsimi yaşamak mümkündür bir zaman diliminde kimi yerde.
Uzatmamıza gerek yok aslında bu cümleleri. Ne demek istediğimi anladınız bile!
Ordu’nun o eşsiz doğa harikası yaylalarından bahsediyorum. Yazın kavurucu sıcağında denize girip, bir iki saat içinde püfür püfür esen serin yaylalarına çıkılabilen kaç yer var ki dünyada?
Bilirsiniz, bazı şeyler anlatılmaz sadece yaşanır derler. Bu da böyle bir şey galiba.
Bazen gelir bir çileli yolculuktur iki üç gün süren. Bazen de yoğun geçen bir haftanın sonunda yeniden hayata bağlanmaktır.
Galiba anlatılmıyor yaylalar. Derin bir ‘oh’ çekiliyor ve dalınıp gidiliyor. Ben de bırakıyorum zaten. En iyisi siz de çıkın bir ara en yakın yaylaya.
Gelin bugün kendinize bir iyilik yapın.
Yaşanabilecek en güzel duyguları bu güzelim yerlerde yaşayın..